Aylardır siyaset kulislerinde konuşulanlar dün gerçek oldu…

AKP içerisinde, aslında Davutoğlu’nun göreve gelir gelmez “şeffaflık yasası” isteğiyle başlayan mini krizler birikerek sonunda patladı. Dolmabahçe mutabakatı ayrılığı, koalisyon görüşmelerindeki farklı sesler, havuz medyasında “hocacılar” ve “reisçiler” arasındaki salvolar, ekonomi yönetimindeki fikir ayrılıkları, Suriye krizi ve en son AKP MYK’sında atama yetkilerinin elinden alınmasıyla “refikleri” tarafından sırtından vurulan Hoca’nın feryadı.

Tüm bu yaşananlar, herhangi biri yüzde bilmem kaç küsür oy olsa; tüm gücün kimin elinde olduğunu dostun-düşmanın gözüne sokmuş durumda. Dün itibarı ile Başkabakanlık Makamı’nın by-pass edildiği ülkenin adıdır “Türkiye.”

Ama ben esas neden şaşırdığımızı anlamış değilim!

Perşembenin gelişi, bir önceki perşembe gününden itibaren davulla, zurnayla ilan edilmiyor mu sanki bu ülkede? Siyasi kurnazlıkların, arlanmazlığa dönüştüğü ülkemizde; anayasasını rafa kaldırmış kurumların ve bedel ödemekten çok bedel ödetmeyi seçen liderlerin partilerin başında Demokles’in kılıcı gibi sallandıkları apaçık ortada değil miydi? MHP’nin koltuğuna zamkla yapışmış liderinin, bir türlü revize edil(e)meyen siyasi partiler kanununa sımsıkı sarılarak, seçimden kedi gören fare gibi kaçtığı; ana muhalefet partisi liderinin kendi kongresinde karşısına aday çıkmasın diye yapmadığı dümen kalmadığı ülke değil midir ki bu ülke? Şimdi İktidar Partisi’nde, tek adam idaresi hasıl oldu diye bas bas bağıranlar; durum güncellemelerinde “dost-modern darbe” sloganları atanlar, darbenin sadece Ahmet Davutoğlu üzerinde yaşandığını düşünmesinler.

Kimse kimseye örnek olacak ne kıvamda ne de olgunlukta…

“Dinime küfreden müslüman olsa” şiarıyla bir ülke idare edilmeye çalışılırken; 450 bin tercih kaşesi Yüksek Seçim Kurulu ihtiyacı için 5 Mayıs’ta ihaleye çıktı. Bu ihalenin ne demek olduğunu yazmanın da sanırım herhangi bir anlamı yok.

Bir şehir feryat ediyor

Her gün roketatar mermilerinin ve rus yapımı katyuşa roketlerinin düştüğü, her gün bu silahlarla insanlarımızın öldüğü bir ilimiz var bu coğrafyada: KİLİS.

IŞİD’in ele geçirilmesini emrettiği kenttir burası. Daha dün 6 yaşındaki Nisa, bu silahların hedefi olarak şehit oldu. Rusya krizinden sonra üzerinde uçak uçurulamayan Suriye’den gelen silahların kolay hedefi haline geldik. Adam elini kolunu sallayarak her gün bu kentimizi vurmakta ve biz seyretmekteyiz. Bu duruma isyan edenler ise gaz bombalarına, göz yaşartıcı gazlara, joplara ve gözaltılara maruz kalmakta. Çocuklarımızı öldüren zalimlere bildiremediğimiz haddi, Valilik önünde protesto gösterisi düzenleyen vatandaşımıza bildirmekteyiz. Koltuklarını tehlikeye atarak (!), bu konu ile ilgili bildiri hazırlayan ve gazetelere ilan veren; Kilisli STK’ları kutluyorum. Basın’ın görmediğini göstermek peşindeler. CNNTürk’teki penguin belgesellerini hatırlayanlarınız vardır. Başka Nisa’lar ölmesin, bu zalimlere hak ettikleri ceza verilsin diye yazmalı, çizmeli, konuşmalıyız. Ne istifalar, ne başkanlık sistemi, ne de MİT tırları, Nisa’nın yaşamından daha değerli değil!

Hatice Keskin Vakası

Gezi’den güzel bir sloganla başlayayım: Herkesin hayatına kimse karışamaz!

Bir sürü iddia ortaya atılmış olabilir, hatta bu iddiaların doğru da olabilir; ama benim de itirazım var: Kimsenin özel hayatı üzerinden, bir ülkenin ya da bir şehrin siyasi hayatı dizayn edilemez!

Herhangi bir vatandaşımızın özel hayatı üzerinden sosyolojik bir lince maruz kalması ne kadar yanlış ise, bir belediye başkanının da bu lince maruz kalması o derece yanlıştır!

Evet; geçmişte muhalefet üzerine kasetlerle yüklenildi, videolar servis edildi. Bazı yandaş kalemler ağırdan da fazla kelimelerle muhalefete yüklendi. Dün bunlar yanlıştı ve yanlış olduğunu ifade ettik. Dün yanlış olan şey, bugün de aynı ile yanlıştır!

Twitter: altugbalcioglu