…Sevdaaaa sevdaaa unut onu,  dinsin gönlünde fırtına…

Toshiba, gri renk kasetçalardan belki de yirminci dinleyişimizdi şarkıyı. Nükhet Duru söylüyordu. Arada sarınca kaset, ben çıkarıyor kalemle yeniden sarıyordum şeridi ve yeniden yerine koyuyordum Amann rec tuşuna basma!

-Biz yarın ayrılıyoruz dedi. Ağlıyordu. Göz pınarlarından akan her damla avuçlarında bir ateş söndürüyordu sanki . “Yaralı bir ceylan gibi ağlayıp inliyordu…” kısmında şarkının, gözyaşları sel oldu. Kastarca eriğin en irisini attım ağzıma, yutkundum ve -Neden? diye sordum.

-Bilmiyorum…diyebildi…  

Aşık değildim ama her an bir tele takılacak uçurtma gibi aşka hazır kalbim hemen anladı durumun  vehametini. Sanki ayrılacak benmişim gibi telaşla, yok ayrılmazsınız korkma! diyebildim sadece…

1989 Türkiye yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na  SHP'li Nurettin Sözen, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına  Murat Karayalçın seçilmiş, İzmir’de ilk tüp bebek dünyaya gelmişti.12 Eylül darbesinden sonraki ilk 1 Mayıs kutlaması girişiminde çıkan olaylar, ölüm oruçları, Fenerin şampiyonluğu (kalede Schumacher), Özal’ın 8.cumhurbaşkanı seçilişi…

Hazine değerinde 80’ lerin son hatıraları…

Cep telefonu yok, e-posta yok, emoji yok mektuplar var, kartpostallar var, acı acı çalan ev telefonları var, şiirler var, ağaçlara kazılı kalpler var, umut var. Şimdi kıymetli olan her şeyin son demleri, gözyaşıyla yıkanmış sevda mektuplarının son yılları…

-Yarın  İstanbul’da buluşup veda edeceğiz birbirimize…dedi.

Çok ama çok sevenler, severek ayrılalım dercesine bir de son bir veda buluşması  yapıyorlardı demek o yıllarda. Bir veda için bile bir şehre gidilirmiş demek… Belki helalleşmek için  belki gözlerine son kez bakıp beynine çakmak için o son bakışı, belki  bir demir atmak için o limana…

Son bir umut…Gitme der belki sevgililerden biri, tutar elinden, yutkunur, ben…der diğeri, gözyaşını siler adam genç  kızın yanağından, belki alevalır yürekler yeniden, belki  güvercinler kanatlanıverir, belki seni çok…derler…Muazzez Tahsin Berkant’ın romanları gibi…Film gibi…

Ezbere bildiğim sevdaya dair bütün şiir ve film sahnelerini düşünerek ben bu senaryo için çoktan dua etmeye başlamıştım bile. Ne bileyim işte böyle şeyler hayal ederek tuttum evin yolunu ama canım sıkılmıştı bir kere. Ben birbirini çok seven insanlar kavuşsun istiyordum. Aksini düşününce gibi acıyordu kalbim.

Köşede çocuklar oturmuş acıkalı ekmek yiyor, Tamek içiyordu. Biyoloji sınavım vardı ertesi gün, endoplazmik retikulum kalmış aklımda o günlerden bir de Belene kampı. Walkmenim yanımdaydı. Liseden  bir arkadaşın ödünç verdiği kaset vardı içinde. Akşam güneşi  saçlarımda, şarkıdaki gibi gençlik başımda duman. Kaset o yılların tabiriyle –çekme-olduğu için cızırtılıydı ama olsun. Çok güzeldi şarkının sözleri:

Yıllar  geçse de üstünden 
Bu kalp seni unutur mu ?
Kader gibi istemeden 
Bu kalp seni unutur mu ?

**

Ertesi gün akşam treninin düdüğünü duyunca koşa koşa gittim bahçelerine. N’oldu diye sordum. Dünkü hüznünün aksine nasıl  bir sevinç gözlerinde. Önce mutfak camına baktı, kızartma yapan annesi duyar mı diye, sonra -Ayrılamadık, devam ediyoruz…dedi bir çay koydu bardağına, ortadirek şekerinden attı bir tane, ve anlattı olanları.

Memure arkadaşım yani esas kızımız trenden iner inmez soluğu kuaförde almış. Günün modasına uygun yaptırmış meçli saçını. İyi de para verdim dedi. Portakal rengi oje ve rujla tamamlamış fıstık yeşili elbisesini.  Biraz da geç gitmiş Bostancı istasyonunun arkasındaki çay bahçesine.

Büyük çınarın karşısında bankta bekler bulmuş sevdiği adamı. -İlkin kalbim duracaktı dedi-.  Geri vermek üzere getirdiği sekiz yıllık mektupları okşamış son kez çantanın üstünden. Güneş varmış çok parlak bir güneş. Rüzgar da esiyormuş hafiften, dalgalanıyormuş saçları. Kızı görünce gülümsemiş genç adam. Deniz kokusu gelmiş sahilden, sevda kokusu gelmiş (sevdayı ben şimdi ekliyorum!).  Uzun uzun bakmış kızın yüzüne. Sanki ilk kez görür gibi ve sanki bir daha hiç görmeyecekmiş gibi.

Ben de onu seyrettim dedi. Gözleri ne kadar güzel bir yeşilmiş meğersem… dedi. (Sondaki  “m “  o gün beni de rahatsız etmişti şimdi sizde olduğu gibi…) Aslında o da ayrılmak için gelmemiş istasyona, meğersem ne kadar seviyormuşuz birbirimizi, meğersem bensiz yaşayamazmış, meğersem…(Siz de alıştınız di mi sondaki “m” ye benim gibi…)

Sonra birden güvercinler uçuştu dedi istasyonda. Gülüşmüşler. Banliyöden sevgililer inmiş el ele, bir çingene kırmızı gül getirmiş,  -alıveresin sevdiceğine- demiş- delikanlı da  almış gülü vermiş bizim esas kıza. Tam o anda…

Tam o anda annesi elinde kızartma tabağıyla girdi gerisini anlatamadı bir daha da hiç fırsat olmadı dinlemeye, kız isteme, nişan, düğün, ilk çocuk, ikinci , üçüncü derken yıllar geçti gitti ama ben tahmin ediyorum.

 Ellerini almış avuçlarının arasına genç adam. Sevda yeminleri etmişler. Ada treni gelmiş mecburen binmiş arkadaşım. Genç adam trenin arkasından hem el sallıyor hem de seni çok seviyorum!!!diye sesleniyormuş. (Ben öyle olsun isterdim...)

 Tam o anda çay bahçesinden bir şarkı yükselmiş,

Bir hasretlik yüzün vardı
İçimde bir hüzün vardı
Söyleyecek sözüm vardı
Bu kalp seni unutur mu?


****

Her gün akşam yastığımda 
Üşüyorum yokluğunda 
Yaşıyorum boşluğunda 
Bu kalp seni unutur mu? 

O  parktaki çınarın şimdi sadece gövdesi kalmış diyorlar. Olsun …

Bambaşka halleri ile fark etmeden bizi de  saran, sonra alıp giden  olmadı mı? Oldu elbet. Unuttu mu kalbimiz?

Gerçek aşklar da böyle değil midir zaten? Yaprakları  dökülse dalları kesilse de  kökleri toprağa sürgündür artık. Aşka sürgün sevdalılar gibi, esas kızla esas oğlan gibi…Esas, gerçek sahici aşklar  gibi.

Yıllar geçse de üstünden ya da kader gibi istemeden… 

Şimdi yirmi sekiz yıl önceki bu hikayeyi belki de  unutmuş, evliliğin hayhuyuna dalmış ve bu anlattıklarımı okuyunca gülümseyecek  olan esas kızla esas oğlana soruyorum,

Yolları ayrılan, düşleri bambaşka, yaşayacak çok şeyi, seneleri  olan, birdenbire yarım kalan sevdalılara, çay bahçesinde, parkta, trende ya da bir durakta veda edenlere, edemeyenlere, sevdalısına kavuşamayanlara,  kavuşanlara  soruyorum,

 Sana da soruyorum?

Bu kalp seni unutur mu ?