“Hain” ve buna bağlı niteleme olan “ihanet”, son zamanlarda en fazla kullanılan sözcük-kavramlardan biri oldu. 15 Temmuz Darbe Girişimiyle merkeze oturan ve siyasal refleksi anlatmaya yarayan bu kavramlaştırma, belirli duygu ve düşünceyi belirli haklılık çerçevesinde yansıtıyordu. Yani olgusal bir doğruluğu betimliyordu.

Halkta yeterince karşılığını bulması, tesadüf değildi. Yaşanılan durumu ve ortaya çıkan olguyu, tam olarak hissiyata aksettiriyordu. Lakin “vatana ihanet”in bu denli sık ve rahat kullanılmasının yavaş yavaş ortaya problem üreteceği düşünülmedi. Nitekim Başkanlık Referandumunda bu kavramsallaştırmayı kendi lehine kullanmaya çalışanlar, bu ve benzer kavramları kendi pozisyonları için dolaşıma sokanlar, “Hayır”cı muhalifleri (vatana) hainlikle ihanetle suçlayıp yaftalamaya başladı. Bunu siyasal bir propaganda hatta strateji haline getirmek için başka çabalar ve hesaplar peşine düşdü.

Demek ki; ilk yapmamız gereken şey, (vatana) ihanetin- hainliğin 15 Temmuz Darbe Girişiminden sonra anlamının tamı tamına aynı olmamasını tesbit etmektir. Yani; hainlik ve ihanet, 15 Temmuzda olgusal bir doğruluk ve belirli açıdan meşruluğu olan siyasal bir yafta (etiket) iken ondan sonraki kullanımın doğru olmadığıdır. Hele hele ülke genelinin girdiği bir seçim için bunları kullanmak, olgusal bir doğruluğu asla göstermez. Geriye siyasal bir yafta olması kalıyor. Bu yaftalama (etiketleme); bir “düşman”, “öteki” üretmek, dışarda bırakmak işlevi bakımından görünüşte bazı ortak özelliklere sahip.

Hain(lik), ihanet; ahlaki alanı değil, siyasi alanı baskın bir şekilde gösterdiğinde, siyasalın ayrılmaz bir parçası olduğunda, iktidarın (sopayı kim elde tutuyorsa) kavramsal silahına döner. Büyük alevlerle yanıp kavrulan cehennem kazanına dönüşür ve bu kazan, içine sırası geldikçe atılan kişileri, grupları, düşünceleri ..vb beklemeye başlar. Vatan’a ihanet (vatana hainlik) üzerinden ilerleyiş, büyük bir cezayı hatta yok edişi de beraberinde getirir. Zirâ varlığa yönelmiş bir tehdit olarak formüle edilmiş olur. “Düşman” kavramını yok etmek için kullanır, kendini onunla konumlandıran bir şey olmaz, öylece betimlemez. Ötelere geçer. Yok etmenin meşru aracı sayılır. Bu açıdan “düşman” kavramından gaddarca ayrılır. Her düşman yok edilmez fakat her hain yok edilmesi gerekir. Kısacası; vatana hainlik- ihanet, düşmanı ete kemiğe büründürüp yok etmek için hamlede bulunur. Düşman gibi karşıt varlığı tanınan, bir şey bırakmaz geride.

AK Partideki bazı siyasal dehaların Carl Scmitt’den haberleri olduğu söylenebilir. “Düşman” kavramı üzerinden ilerleyip, referandumu bunun üzerine net bir şekilde oturtmak istemiş olabilirler. Rüzgar 15 Temmuz’un hızıyla esmişken yelkenleri bununla şişirip yol almak, onlara mantıklı gelmiş olabilir fakat ortada uygunsuz bir durum çıkmış gibidir: Carl Schmitt’in bahsettiği “Düşman” kavramı; siyasalı mümkün kılan, buna göre konumlamayı anlamlandıran keskin bir dikotomi (ikili)-ayrımdır. Düşman, kendisiyle oturup konuşulabilen, tartışabilinen bir şeydir halen fakat hain(lik)te ihanette böyle bir durum sözkonusu değildir. Vatana ihanet kısa siyasal hesaplar üzerinden gidenler için kazançlı olabilir fakat gerçek anlamda siyaseti üreten, katılımı sağlayan, sorunları çözen bir şey asla olamaz. Bu tür bir işlevi asla yerine getiremez. Öyle bir niteliğe de zaten sahip değildir.

Vatana hainlik-ihanet; başka ontolojik problemleri de bünyasinde taşır. Bu kavramsallaştırma, hareketi bakımından da ters olarak işletilir. Yani sözkonusu vatan ise; hainlik-ihanet, aşağıdan yukarıya yönelecek bir yapıya sahip değildir. İster istemez bazı varlık şartlarını kapsaması gerekir. Bundan dolayı vatana  hainliği ve ihaneti, Devletin maddi ve manevi pozisyonlarına yeterince sahip olanlar gerçekleştirebilir. Gece konduda kalanların, fakir fukaranın Devletin gizli sırlarını işfa ettiği görülmemiştir, görülemez. Devletin maddi yer altı ve yer üstü kaynakların belirli bir kurumlara yahut başka devletlere verdiği, bu yolla büyük menfaatler temin ve tesis ettiği de söylenemez. Demek ki; bu kavramsallaştırma alttakilere yöneldiği ölçüde aptalca formüle edilen siyasal bir konumlamayı gösterir. Vatana hainlik-ihanet, istese bile alttakilerin yapabileceği bir şey değildir. Alttakiler olsa olsa Devletin, iktidarın yahut belirli bir siyasal durumun ve kararın tepkilerini en fazla uçlara götürebilirler. Yani buna “isyan” edebilirler, asi olabilirler fakat hainlik ve ihanet gücünden konumundan mahrumdurlar. Şayet bizler, ahlaki bir kavramdan söz ediyorsak, bu ve benzer kavramların hem dikey hem de yatay düzlemde hareket edebileceğini ve kullanılabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Demek ki; karıştırılan şey, vatana hainliğin- ihanetin ontolojik düzlemidir. Bu düzlem, Devlet mekanizmasının bizzat içinde yer almayla da sınırlı değildir; belirli bir konumun (etkinin, yetkinin) ülke aleyhine çalıştıracak kadar birikmiş olmasıyla da alakalı olabilir. Demek ki; hainliğin ve ihanetin düzlemi, ontolojik olduğu müddetçe aynı fakat işleyiş düzeyleri işaret edildiği müddetçe farklı farklıdır. Ne olursa olsun ülken geneline seçim bahane edilerek irca edilmesi ve karşıt muhalifleri gösteren bir etiket olarak kullanılması, korkunç bir hatadır.

@servetkzlay