Ömer Altaş, “Bu ülkede; felsefe yoktur usulünce aparma ve fütursuzca uyarlama vardır. Bu ülkede, ideoloji yoktur ezber diskurlar vardır.” derken aynı zamanda içinde bulunduğumuz yetersizliğe de işaret etmektedir.

“Modern Türkiye” tarihi bu temel çelişkilerin tarihi olarak da okunabilir. Kemalizmin ürettiği yapı, maalesef adını koyduğumuzla, gerçekte olan arasındaki uçuruma işaret etmektedir.

Örneğin yönetim şeklimize demokrasi dedik ama darbeler siyasi hayatımızdan hiç eksik olmadı. Yönümüzü batıya çevirdik dedik, ama batılı değerlerle sürekli savaş halinde olduk...

Geleneksel sanatları terk edip, modern sanatlara yöneliyoruz dedik ama evrensel normlara uygun, dünyada çığır açan ressam, sinemacı, tiyatrocu, heykeltraş, keman ya da piyano sanatçılarımız olmadı.

Devlet dini değerlere karşı seküler değerleri ön plana çıkarttı ancak seküler bir ahlak inşa edemedi. İslam dinine karşı ön yargılı olanlar ülkemizdeki Hristiyan ve Yahudi azınlıkların sorunu da çözemedi. Aklı önceleyen, bilimi hakikat kabul eden, pozitivizme iman eden üniversiteler kurduk, ama buralarda bilim ya da teknoloji üretemedik.

Olmak istediğimizle olduğumuz arasına sıkışıp kaldık. Bu uçurum bizde derin yarılmalara yol açtı, olmak isteyip de olamadığımıza karşı aşırı komplekslere kapıldık.

Kendimiz olmaktan çıkarak, hakikati ıskalamaya başladık. Hakiki yani sahici olanla bağımızı kesince ortaya sevimsiz, estetik yoksunu bir kültür çıktı…

Edebiyatımız, sanatımız tükendi. Ne Tanpınar’a ne Yahya Kemal’e yakın olabildik. Mehmet Akif’i hiç anlayamadık. Tasavvuf kültürüne uzak kaldık. Hikmetin peşinden gidemedik. Derin bir kültür geliştiremedik. Felsefeyle, mantıkla, kelamla bağımız kesildi.

Aydın diye ortalıkta dolaşan gazetecilerimiz sınırlı zihin dünyasıyla ve Kemalizmin üzerlerinde oluşturduğu derin tahribatla, ortalıkta bir zavallı gibi dolaşıp, memlekete en büyük zararları verdiler. Estetikten yoksun kaldık.

Ve neticede tükendik. Kendimizi de, ülkemizi de tükettik. Kadim şehirleri mahvettik. Şehirlerimizdeki tarihi izleri yok ettik.

Örneğin Sakarya’yı düşünelim. Eski Sakarya fotoğraflarında gördüğümüz şehir fotoğrafları Osmanlı döneminden kalmadır. Cumhuriyetle birlikte kurulan Sakarya’ya bakalım. 50’lerden, 70’lerden, 80’lerden sonra Sakarya’daki şehircilik anlayışını göz önünde bulunduralım. Yazık çok yazık. Geçen zamana, alınan yanlış kararlara, uygulanan hatalı politikalara, Osmanlı şehrinin içine düştüğü şu duruma yazık.

Ne altyapı, ne cadde, ne yaşam alanları ne de özel bir yapılaşma, mimari kaygı. Yok, hiçbiri yok. Olamazdı zaten. Bunca tahribata ve kökten uzaklaşmaya karşı değerli bir şey üretmek mümkün değildi.

Ama bugün bu fırsat yeniden doğuyor. Artık Türkiye kökleriyle buluşuyor, geçmişle olan bağını yeniden kurarak, geleceğe doğru hamlelerini şekillendiriyor.

Bu büyük fırsatı kaçırmamalıyız. Şehirlerimizi yöneten isimler, belediye başkanları artık bu derin anlayışa sahip olmanın özgüveniyle hareket etmelidir. Şehirlerimizi talandan korumalıdırlar.

Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu’ndan beklentimiz de bu yöndedir. Şehirlerimizi talan etmek isteyenlere karşı izin verilmemelidir.

Görgüsüz bir şekilde her yeri imara açmak isteyenlere karşı dik durmalıyız. Boğanın kırmızı gördüğünde çıldırması gibi yeşil alan gördüğünde derhal orayı imara açıp, bina dikmeyi düşünecek kadar gözü dönmüşlere karşı Zeki Toçoğlu’nun son ana kadar mücadele vermesini bekliyoruz.

Elbette buna herkes razı gelmeyecek. Kendi partililerinden ya da ilçe belediye başkanlarından aynı hassasiyeti göremeyecek. “Herkes şehirleri yağmalanacak alan olarak görürken ben neden insanlarla kötü olmak adına dik durayım” dediği anlar olacak...

Ama işte derin anlayış burada devreye girecek, girmeli. Marifet herkesin yaptığını yapmakta değil, doğru olanı yapmakta. Ve Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu’na yakışan da bu ilkeli duruşunu muhafaza etmektir.

İnsanlarla arasını iyi tutmak için, halka şirin gözükmek adına ilkelerden taviz vermek, şehirlerin yapısını bozmak bizim medeniyetimize ait idarecilere yakışmaz. Bu tarz yaklaşımlarla idarecilik yapanların halk nezdinde itibarlarının hangi düzeyde olduğu ortadadır. Herkese şirin gözükme çabası zaten zaten hem ruh sağlığı hem de genel ahlak açısından çok yanlıştır. Hesapçılıktır, faydacılıktır ve ahlaksızlıktır.

Bir insanı öldürmekle yüzbinlerce insanın yaşadığı şehirlerin canını okumak arasında bir fark yoktur. Şehirlerin de canı vardır. Ve hiç kimse, hiçbir şartta şehirlerin canına kastedecek işler içerisinde olmamalıdır.

Oy uğruna şehrin dokusuyla oynamak hem kültürel olarak sorunludur hem de İslami ve insani açıdan da çok büyük bir vebaldir. Hulasa, doğa harikası “Sapanca’nın dağlarını, tepelerini, yeşilliklerini imara açmak isteyenlerin bu çabaları ve çıkardıkları sesler Toçoğlu’nun moralini bozmamalıdır…”

Büyükşehir’in Sapanca’nın geleceğini düşünerek Sapanca’yı korumaya dönük tavrı hangi açıdan bakarsanız bakın doğru bir tavırdır.

Bugün biraz ekonomik güç elde etmek için yeşil alanların imara açılması demek 5 yıl sonra Sapanca diye bir yer olmaması anlamına gelir. Maalesef hayat bize şunu gösteriyor ki, “kötü olmak kolay, ama iyi olmak ve iyi kalmak zor…”

Twitter: ibrahim Özkahya