Sivil siyasetin zayıf olduğu otoriter yapılarda siyasete ve siyasetçiye dair negatif bir bakış açısının oluşması tesadüfi değildir.

Yönetilen yani vatandaş, kendisini kimin yöneteceğini belirleme hakkını kendinde görmek ister.

Kişi/toplum, devlet yönetimine arzu ettiği şekilde etki yapabilmek için seçme hakkını kendisinin haricinde bir başka otorite tarafından belirlenmesini istemez.

Bu yüzden seçim vardır, sandık vardır, nihayetinde demokrasiye bir güven vardır.

Toplumsal taleplerin en etkin ve hızlı şekilde karşılık bulması demokratik sistemin güçlenmesiyle ilişkilidir. Demokrasi ne kadar sağlıklı olursa, toplumun yönetime katılımı da o denli etkin olur.

Sivil siyaset bir anlamda bu sistemin sıhhatli bir şekilde işlemesini sağlamakla beraber, olumsuz etkilere karşı da sistemi korur.

Sivil siyaset alanını daraltmaya çalışan unsurlar da yok değildir. 15 Temmuz`da gördüğümüz gibi kendisine verilen görevi kötüye kullanan bazı devlet görevlileri siyaset alanını kontrol altına almaya çalışırlar.

Bu çaba yer yer darbe teşebbüsüyle sonuçlansa da her zaman aynı şekilde olmayabilir.

Yani sivil siyaseti, milli iradeyi hazmedemeyen askeri ya da yargı bürokrasisi yönetime el koymadan da işlerini yürütmeye çalışır.

Bunu nasıl gerçekleştirir? Elinde bulundurduğu gücü olumsuz kullanıp siyaset alanını daraltmaya çalışarak yapabilir.

Aynı şekilde siyasetçiyi itibarsızlaştırma yoluna giderek...

Siyaset kurumunu halkın nezdinde zayıflatarak...

Kamuoyunda siyasetçileri sürekli yolsuzluk gibi olumsuz kavramlarla birlikte anarak.

Derdi şudur; siyaset ve siyasetçi kötü, bunlara güvenmeyin, demokrasi, seçim, sandık, milli irade bunlar anlamsız şeyler...

Halk için en doğru, en güzel şeyleri biz yani cuntacı askerler ya da onların kuklası olmuş bürokratlar düşünürüz. Siz siyasetçiye değil bize güvenin!

3 Kasım 2002 öncesi Türkiye’deki manzara bu anlattığımızdan çok farklı değildi.

AK Parti’nin, Tayyip Erdoğan’ın siyasetteki en büyük başarısı bu manipülasyona son vermek olup, kavramların yerli yerinde anlaşılmasını sağlaması olmuştur.

Erdoğan, bir yandan demokrasiyi güçlendirirken öte yandan siyaset kurumunun itibarını korumuştur.

Bu nedenle siyaseti değersiz görmek, siyasetçiyi küçük düşürmek demokratik tutumla bağdaşmaz.

Ülkemizin güçlenmesini istiyorsak bu demokrasiye, milli iradeye aynı zamanda siyasete ve siyasetçiye sahip çıkmaktan geçmektedir.

Hayatın birçok alanında olduğu gibi siyasette de bazı olumsuzluklar pekala görülebilir.

Ticarette nasıl haksızlık yapanlar varsa siyasette de haksız uygulamalara imza atanlar olabilir.

Siyasi gücünü yanlış işlerde kullananlar...

Siyasi pozisyonunu kamu otoritesi üzerinde çok çirkin bir şekilde kullanıp maddi imkan elde edenler...

Nüfuzunu kullanıp para kazanan, siyaseti kendi yakınları, akrabaları için kullananlar...

Bu tip ahlaksızlıklar her zaman olabilir. Bunlara karşı tepkimizi göstermek, sesimizi yükseltmek, yeri geldiğinde tasfiye edilmeleri için kamuoyu baskısı oluşturmak en temel hakkımızdır.

Hatta ortada bir ahlaksızlık varsa, devletin, milletin malına göz dikenlere karşı sesimizi çıkartmamak büyük vebaldir. Kişi devlet otoritesini kullanıp iş takipçiliğine, arsa spekülasyonuna, komisyonculuğa başlamış ve biz bunu görüp susuyorsak büyük hata yapıyoruz demektir.

Ancak tüm bunlara rağmen siyaseti korumakta yine bizlere düşmektedir. Kötüler ayıklansın diyeceğiz.

Hırsızlara, arsızlara tepkimizi göstereceğiz.

Bunun yanında da demokrasimize, sivil siyasete sahip çıkacağız. Papaza kızıp oruç bozmaya gerek yok.

Siyaset doğası gereği insanı yoldan çıkaran, ahlaksızlığa sevk eden, yolsuzluğa bulaştıran, kirleten bir şey değildir. Kişi düşük ahlak sahibiyse, ar damarı çatlamışsa o sadece siyasette değil çok daha ulvi bir alanda faaliyet gösterse de zaten hem kendini kirletip hem de etrafına pislik saçacaktır.

O nedenle siyasette temiz kalınamayacağını iddia etmek sivil siyaset alanına vurulan bir darbedir.

Biz insanın her şartta temiz kalması gerektiğine inanıyoruz. Ne iş yaparsak yapalım temiz yapmak ve temiz kalmak zorundayız. Kategorik olarak siyaseti değersizleştirmek doğru değildir.

Ahlak sahibi insan ne iş yaparsa yapsın ilkelerini muhafaza edebilir. Bunda bir şüphe oluşmasın.7

Kısacası ayrımları doğru yapmamız halinde hem kendi geleceğimize hem de ülkemizin geleceğine katkı sağlayacak daha doğru bir yerde durmuş oluruz.

Twitter: ibrahim Özkahya