AK Parti’de ilçe kongre takvimi 21 Aralık Pazar günkü Ferizli 5. Olağan İlçe Kongresiyle tamamlanıyor. Bu güne kadar 15 ilçede yeni yönetimler belirlendi. Bu süreçte neler yaşandı çok kez bu satırlarda konuşmaya çalıştık.

Ancak bugün takvimin özünü yansıtan cümleleri AK Parti Sakarya İl Başkanı Recep Uncuoğlu özetledi;

‘AK Partiliyiz, Tayyip Erdoğan sevdalısıyız’ diyor. `Partimizin, ilçemizin iyiliğini düşünürüz` diyorsak, canımız sıkkınken de, eleştirirken de partimizin menfaatini aklımızdan çıkarmamalıyız.”

Hemen kestirmeden başlıktaki sorumu yineliyorum; sizce Uncuoğlu bu mesajıyla kime yada kimlere mesaj verdi?

AK Parti söyleminde hakim olan klasik ahlak siyaseti vurgusu olarak değerlendirilebilir Uncuoğlu’nun açıklamaları. Bu tavra aşinayız. Kongre takviminin çetrefilli dönemeçlerinde Sakarya’da AK Parti’ye liderlik edenler de bu üst siyaset dilini tercih ediyorlardı.

Biz de defalarca ifade ettik. Ortaya koyulan ‘benim dediğimci’ siyasetin ortak hafızalardan asla silinemeyeceğini dile getirdik. Çok kezdir ‘çıkar siyaseti mi, ahlak siyaseti mi’ ayrımında bulunmaya çalıştık.

Çok doğru!

Çoğu AK Partili, kendince türlü türlü değerler ithaf ederek Tayyip Erdoğan sevdalılığı paydasında buluştuğunu söylüyor. Herkes adeta Erdoğan’ı sevme yarışı içerisinde hareket ediyor. Buna elbette diyecek sözümüz yok. Kimseye karışma lüksüne sahip değiliz!

Sadece şunu öğrenmek istiyorum, bu sevgiyi neye, nelere dayandırarak ölçebiliriz? Bir Abdullah Gül, bir Binali Yıldırım belki Bülent Arınç veya diğerleri ‘en çok ben severim’ diyenler kadar sevmiyor mu Erdoğan’ı?

Bu saydığım isimler neden susuyorlar?

Abdullah Gül bu partinin harcını karan yüksek siyaset profiliyle ‘Malum Cumhurbaşkanlığım sona erdi. Eee artık sıra da bana geldi. Ben Başbakan olacağım diyemez miydi?’

Binali Yıldırım… ‘Başbakanlığa Davutoğlu değil de benim geçmem daha doğru olacaktır’ kanaatinde bulunamaz mıydı?

Gül ve Yıldırım örneğinden devam edersek bu kişiler böylesi kanaatlerde bulundular mı? Biz bunu hissedebildik mi?

Yada şöyle söyleyelim Başbakan Yardımcısı Arınç geçtiğimiz günlerde, ‘Yahu millet de beni Başbakan Yardımcısıyım diye bir şeyim sanıyor. Kendime ait bütçem dahi yok.’ dedi.

Yanlış anlaşılmasın sakın! Burada bir serzenişte bulunmadı Arınç, mizahi bir dille konuştu. Sözlerinin devamında ‘biz işimize bakacağız’, toplumsal kalkınma ve küresel itibar minvalli cümlelerini hatırlıyorum.

Siyaseti sadece devlet yönetimiyle ilişkilendiren görüşler vardır ya hani, kabul edilebilir veya edilmez. Aynı şekilde ‘var olan değerleri bir otorite paylaştırıyor işte canım’ dendiği olur siyaset için bilirsiniz. Bu şekilde bir anlamlandırma çabasına gidilir. Eksik veya yanlıştır, tartışılabilir.

Bizde tüm siyasi hareketler, aynı kadroda siyaset yapan fertler de dahil olmak üzere siyasetin temel dinamiğini iktidar mücadelesi olarak değerlendiriyor.

Bu mücadele normal zamanlarda kapalı kapılar ardında yaşanırken, bu gibi yenilenme süreçlerinde ayan beyan ifade ediliyor.

Tüm siyasi oluşumlar hareketini bir dava siyaseti üzerine inşa ediyor. Bu davaya çok çeşitli azizlik ve kutluluklar da bağışlanıyor. Bu dil orada, burada her yerde aynı.

Buna yakinen tanık oluyoruz.

Kutlu davaların kutlu yürüyüşlerinde üstün ahlaki parametreleri en iyi özümseme yarışına giriliyor. Sevgi için yarışılıyor, dava için, siyaset aşkı için… Listeyi istediğiniz kadar uzatın.

Haklı bir davada (…savaşta artık her ne olarak değerlendiriyorsanız) olmanız yaptığınız her hareketin haklı olacağını mı gösteriyor?

Bu aziz yollar, kutlu davalar her hareketi meşru kılabiliyor mu? Şayet meşru kılabiliyorsa Gül, Yıldırım, Arınç diğerleri neden susuyor?

Yoksa onların gerçek bir davası mı yok? O zaman neyin mücadelesini veriyorlar?

Niye sessizce kenara çekilebiliyorlar, susabiliyorlar, beklemeye tahammül edebiliyorlar? Evet, ne yalan söyleyeyim ben de anlamış değilim.

Ya biz siyaseti çok yanlış anladık, yada bu siyaseti anlayabilmek için daha kırk fırın dünyevileşmemiz gerekiyor.