1930-1940’lı yılları anlatan Hollywood yapımı filmleri hatırlayın.

O yılların Amerikası…

Çetelerin cirit attığı, uyuşturucu, kumar, yasadışı ilişkiler ve kadın ticaretinin bu çetelerin tekelinde bulunduğu karanlık yıllar…

Ekonomik krizler ve mafya-para-siyaset üçgeninde şekillenen kanlı senaryolar…

Başrolünü Marlon Brando`nun oynadığı Baba (The Godfather)serisini bilmeyenimiz yoktur. Sicilyalı Don Corleone’nin kirli ilişkileri bu yapımların en bilindik örneklerindendir değil mi?

Amerika’nın Dünya’yı daha yaşanılabilir(!) bir yer haline getirdiği temasında birleşen günümüz Hollywood yapımları gibi o dönemleri anlatan filmlerinde ortak noktaları, klasik bir kurguya sahip olmalarıydı.

Mafya daima seçimlerde kendi adayını desteklerdi.

Hatta verdiği destek belli olmasın diye, rakip adaya ‘sert vuruşlar’ yapılırdı. (Herhalde ne demek istediğim anlaşılmıştır)

Mafyanın yol göstericiliğinde süreç yönetimi yapılır, her zaman başarılı olunurdu.

Mafyadan aldığı destekle bu makama oturan sözde başkanlar kendi iradelerinin değil, başkalarının iradelerinin başkanı olarak kalırlardı.

Genelde ya soğuk bir kaldırım ya da atıl bir bina bu insanların sessiz sonu olurdu.

1930-1940 ve ‘Baba’ gibi 2. Dünya Savaşı sonrası Amerika’sının özünü anlatan bu yapımların genel seyri bu şekildeydi.

Bu filmleri izleyerek günümüz siyasi ilişkilerine yönelik analizler yapmak elbette gerçekçilikten uzaklaştıracaktır.

Siyaset bir iktidar mücadelesidir buna sözümüz yok!

Malumdur ki kirli aktörlerin yer aldığı böylesi yapılar iktidar mücadelesini tek taraflı bir yapıya indirgiyor. En azından o dönemler için dümene yön veren daima kirli ellerdi...

Günümüzde ise politik atmosferin kabul etmiş olduğu genel gerçek, kişinin kendisinin, tamamıyla kendi iradesinin adayı olabilmesidir.

Siyasette belirgin dengelerin olduğunu biliyoruz. Bu dengeler yeni hedeflere göre şekillenebilir ancak belirleyiciliğinden ödün vermez.

Bu dengeleri es geçerek, adeta savaşa girercesine siyasete yön verilemez!

Süreçleri iyi okumak, çok yönlü analitik bir kalıba girebilmek ve gerektiğinde esnek olabilmek siyasette yol alabilmek için elzemdir.

Siyaset bilimcilerin üzerinde ittifak ettiği bu gerçeklikler elbette ki kabulümüzdür.

Ancak siyaset hiçbir zaman ilkesizliğe alan açamaz ve bunu savunamaz!

Siyaset gemisinin dümenine geçecek irade sahipleri bu yüzden ilk olarak şu sorunun cevabını verebilmelidir,

“Sen kimin adayısın?”

Yekvücut olarak bir iradeyi temsil edebiliyor musun?

Kendi inisiyatifinle yönetme gayesi içerisinde olarak mı makama talipsin?

Taşeron olmadığına emin misin?

Yeğencilikle mi mevcut makamlara terfi etmeyi düşünüyorsun?

Sistematiği belirlenmiş, genel çerçevesi çizilmiş bir vizyon var ortada, yeni bir siyaset dili söz konusu söyleyip duruyoruz…

Senin, türlü yenilikçi sloganlara ekleyebileceğin bir sözün var mı?

Farkın nedir? Derdin ne? İddian var mı?

Yeni Türkiye için ne söyleyeceksin?

Kimin adamı olduğunla övünmeyi, dayıcıklarının arkasında yeğencilik oynamayı bırak!

Kimsenin arkasına saklanmayacaksın, şahsiyet sahibi olacaksın!

30’ların Amerika’sında yaşıyormuş gibi, racon keserek, dayıcıklardan ‘rica’ bekleyerek, mikro aleminde küresel çeteye dönüşme hülyalarına dalarak bu iş yapılmaz!

İşte onun için diyeceğim odur ki,

Tüm partiler için bu düsturu şiar edinen bir kalıpta kongre süreçleri işlerlik kazanmalıdır!

iletişim / [email protected] Twitter: @mahiroglu5454