3 Kasım 2002, AK Parti’nin kuruluşuyla birlikte Türkiye’de ‘siyaset’ yeni bir anlam kazandı.

Siyasetin bir itibarı olduğunu, gerek çatışmaların acil çıkış kapısı, gerekse de uzlaşıların merkez unsuru olarak görülmesi gerektiğini AK Parti’li bu yeni dönemle birlikte tecrübe edindik.

Toplumun çok farklı kesimlerinden insanların siyasette aynı çatı altında buluştuklarını gördük. Liberal, muhafazakar, İslamcı, sol… Artık ne ilave edersek edelim, çok çeşitli siyasi damara sahip insanların aynı dava için siyaset yaptıklarına şahit olduk.

Gerçekten siyaset ne için yapılıyordu da bu insanlar aynı gaye için, aynı siyasi çatı altında toplandılar?

Aristo, “hayatın somut şartlarına adapte edilen bir davranış sanatı” olarak niteliyordu siyaseti.

İbn-i Haldun asabiyet kavramı ve ahlak üzerine kurulu bir siyaset tasavvurundan bahsediyordu.

Machiavelli, başarıya ulaşmak için her yola, her araca başvurulabilir şeklinde bir siyaset tanımını tercih ediyordu.

Eski Yunan düşünürlerinden Türk – İslam düşünürlerine, Roma’dan modern döneme siyaset sorusuna verilen çok çeşitli cevaplar var.

Siyaseti salt ‘toplumsal fayda’, ‘çıkar’, ‘iktidar mücadelesi’ ve ‘araç-amaç çelişkisi’ olarak gören farklı yaklaşımlar söz konusu.

Türkiye’de de siyaset yıllarca ‘nedenler’ üzerinden yapıldı. Hatırlayın 2002 öncesinde her daim ‘irtica hortladı’ yaygaralarının gölgesinde şekil alan siyasetin ana eksenini bilindik şu söylem oluşturdu;

“İrticayla 100 yıl geriye gideceğimize darbeyle 10 yıl geriye gidelim.”

Siyasete seçkinci bir manzaradan bakan bu yaklaşımın ana hatlarını, tepeden inmeci o bildiğimiz duruş ayakta tutuyordu.

Yerel, milli ve bizden olanların çevreye itilmesi gereken argümanlar olarak algılandığı bu aşina olduğumuz tarz, siyaset kurumunu itibarsızlaştırdı.

İnsanlar, özellikle de gençler siyaseti uzak durulması gereken yasak bir bölge olarak değerlendirdi.

“Siyaset güzel hedeflere çirkin ulaşma yoludur, siyaset yalan atma sanatıdır ve verilen sözleri tutmamayı gerektirir” gibi türlü söylemlerden beslenen bu donuk tavır, toplumun siyasete olan bakışının özünü yansıttı.

Bu bakış açısı bir anlamda siyaseti salt bir gaz alma sanatına indirgedi. İtibarsızlaşma bu şekilde söz konusu oldu.

Ancak artık günümüz reel politiğinde siyaset, ciddi politikalar üretmek ve en önemlisi uygulamak anlamını taşıyor. Akıllara Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve küresel coğrafya ile entegre olmuş etkili politikalar geliyor.

Rabia Meydanı’nda yaşanan katliamlar, Suriye’deki Esad zulmüne verilen güçlü ses hafızlarımızdaki yerini bu güçlü siyaset vesilesiyle koruyor.

Avrupa Birliği yolunda etkili pozisyon alma, iletişim boşluklarını dolduran güçlü politikalar üretme yine bu yeni anlayışın izlerini taşıyor.

Hep birlikte şahit oluyoruz ki günümüz Türkiye’sinin iç ve dış siyaseti birbirinden asla ayrılamayacak ilkeler üzerinden şekilleniyor.

‘İlkeli siyaset’ Türkiye’nin geldiği noktayı adeta özetliyor. Türkiye artık savaşta değil, barışta sürekli olmak gerektiği ilkesinde birleşiyor. Bürokrasinin her kademesinde büyük ülke olmanın temel prensiplerine uygun reformlar hayata geçiriliyor.

Devlet erkânının söylemleri de bu ilkeli siyasete atıfta bulunuyor…

Davutoğlu daha dün ‘Nepotizm (yeğencilik) yapanı affetmem’ dedi. Kayırmacılığa ayrılacak bir yerin olmadığını, hakkaniyet ve liyakatin öncelenmesi gereken temel ilkeler olduğunu vurguladı.

Erdoğan ‘Siyasetin tek limanı ahlaktır’ diyor daha ilk günden beri…

O ve ya bu şekilde ismi olumsuzluk ve ilkesizliklerle anılan bakanlar istifa etti. AK Parti böyle anılması muhtemel isimlerle arasına kalın çizgiler çekti. İlkeli siyasetini kırmızı çizgileriyle ayan beyan göstermiş oldu.

Görüyoruz Davutoğlu her konuşmasında bir medeniyet perspektifi ortaya koyuyor. Kadim geleneğimizin özel şehirlerine ümmet aşkını gönderiyor.

Peki, şimdi sormak hakkımız değil midir?

“Sakarya’daki AK Partili siyasetçiler nasıl bir iz bırakacaklar?”

Tüm bu anlattıklarımıza binaen özellikle siyasete AK Parti penceresinden bakan siyasiler; daha fazla dikkat etmeli, kılı kırk yarmalıdırlar.

Onlar, Yeni Türkiye’nin siyasetçisi olduklarını ıskalamamalı,

Makamların herkes için gelip geçici olduğunu, bâki kalanın kubbede hoş bir sâda bırakmak olduğunu es geçmemelidirler.

Yanlışa ‘bu yanlıştır’ diyen,

Haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmak yerine, haksızlık babasının oğlundan gelse karşı çıkan,

Siyasi gücünü özel işlerinde kullanmayan, siyaseti ticaretten kesinlikle ayıran ve ahlaksızlık karşısında dimdik dikilen isimler olarak anılmak bu kadroda yer alanlar için elzemdir.

Özetle, ‘Sen kimin adayısın?’ sorusunun hemen ardından sorulması ve cevaplanması gereken bir sorunuz daha var,

‘Siyasette nasıl bir iz bırakacaksınız?’

iletişim / [email protected] Twitter: @mahiroglu5454