Seçim zamanı yaklaştıkça adaylar kendilerini daha fazla göstermek için tempoyu artırmaya başladı. Söylemler, sloganlar, imajlar havalarda uçuyor. Biz seçmenlerin kafası, olup bitenleri anlamaya yetmiyor. Doğal olarak kafamız karışıyor. Bu hıza yetişemiyoruz. Hangi adayı nasıl seçeceğiz, neye göre seçeceğiz?

Tam bu noktada adayların politik söylemi bize yol gösteriyor! Kendilerini seçeceğimiz takdirde; yöneten ve yönetilenin yer değişimine uğrayacağına ikna olmamızı isteyen bir şeyler de öne sürülmüş oluyor. Yani biz yönetilenler (seçmenler), aslında o adayları seçerek yöneten olacağız! Böylelikle seçilecek Adaylar, “biz efendilere” hizmet eden hizmetkâr olmaktan başka bir anlama gelmeyecek.

İnsan bu tür şeyleri okurken bile tebessümünü saklayamıyor. Oysa Demokrasi’nin en büyük iddiası, yer değişiminin (yöneten ve yönetilenin birbirleri yerine geçmesinin) mümkün olduğu ve bunu kendisiyle mutlak- mükemmel bir şekilde yapabildiğidir. O hâlde ortada çok ciddi bir tutarsızlık var: Hem insanlığın en kâmil siyaset sistemi olduğuna inanılan demokrasinin bu iddiayı yerine getirebildiğine bir güven-inanç hem de bunların olamayacağını gizliden gizliye bilen bir bilinç var! Demek ki; “hizmet eri” olduğunu söyleyen adaylarımız, bu gerilim alanından besleniyor. Onlar, sadece Demokrasinin yalancısı durumundalar, tabii ortada yalan varsa…

Gelelim politik söylemlere: Seçim zamanı yaklaştıkça adaylar kendilerini göstermek için daha fazla efor sarfetmeye girişiyorlar. Göstermek ve görünür olmak, modern zamanlarda her şeydir. Bu sebeple daha fazla imaja, reklama gerek var. Nihayetinde adaylarımız da oyunu kuralına göre oynuyor. Arzularımızı, hayallerimizi -çoğu gerçekleşmese de - dile getiriyor.

Bizlere hoşa giden şeyler pazarlıyor. Buraya kadar mâkul sayılabilir fakat iş kendini göstermeye gelince bazı şeyler ister istemez rayından çıkıyor. En değerli şeyler bile o gösterinin parçası olmaktan kurtulamıyor. Zaten süreç kaçınılmaz olarak o noktaya doğru gidiyor. Böylelikle Ayetler, Hadisler, vb… (kutsala ait ne varsa) propaganda malzemesi olmaktan kurtulamıyor.

Göstermeyi (teşhir etmeyi) ve görünür olmayı, belirli bir noktada tutmak zordur. Hep aşırı taleplerde bulunur. Zaten bazı adaylarımız bizlere bunu ispatlar gibidir.

“Hizmet aşkı”yla yanıp tutuşan, insanlarımıza hizmetten başka hiçbir şey düşünmeyen, bu amaçla kendilerini paralayan ve kendilerini hizmetin eri seviyesinde gören bu adaylarımıza sormamız gereken bazı şeyler olabilir: Madem ki maksat sadece hizmet etmektir, o hâlde niçin Darülaceze’ye gidip hizmet etmiyorlar? Hizmetin en değerlisi, muhtaç olana değil midir?

Milletvekili aday adayı olmak için ödedikleri paraları, hayatı boyunca kaç tane garip gurebaya vermişlerdir. Yahut herhangi bir sosyal hizmet için o kadar miktar para karşılıksız harcamışlar mıdır? Şimdiye kadar hangi hizmeti kendilerine dert etmiş de bunun için bütün güçleriyle çalışmışlardır?

Paşa olmak gayesiyle erliğe soyunan bu adaylar, ne zaman ciddi bir siyaset fikir üretmişlerdir?

Kendi partileri, Başbakanları mücadele verirken neredeydiler?

Ne Söylediler?

Siyaseti risk üzerine kuramayanlar, menfaatleri- çıkarları, malları- mülkleri söz konusu olduğunda nasıl er-nefer olabilecektir? Sonra; hizmetin ne demek olduğunu bilmeyenler erin ne demek olduğunu nasıl bilecektir?

Kendilerini, menfaatlerini, makamlarını, mevkilerini feda edemeyenler, gözlerimizin içine bakıp “hizmet eri” olduklarını nasıl söyleyebilecektir? Peki bunları yapamayanların; yalancı, sahtekâr, dolandırıcı olduğunu söylememiz, hakikat mi yoksa hakaret mi olacaktır?

Ve en önemlisi; bunların siyaset üretebilme, insanlara bu yolla hizmet edebilme kapasitesi, ceplerine mevkilerine makamlarına göre daha az ise neden Belediye başkanlığı gibi icraat gerektiren bir makama değil de Milletvekilliğine göz dikmişlerdir? Yoksa “hizmet aşkı” onları zorla siyasetin üst basamaklarına çıkmaya mı zorlamıştır?

Twitter: @servetkzlay