Rus savaş uçağının “haklı gerekçelerle” düşürülmesinden bu yana her yerde savaş tamtamları çalmaya başladı. Kahramanlık türküleri, söylevleri vb…ardı ardına piyasada dolaşmaya başladı. Halk ufak ufak savaşa psikolojik olarak hazırlanmaya çalışıldı. Aslında çağımız genel olarak savaşın ve şiddetin en yaygın biçimde insanlar arasında kabul gördüğü bir çağ. Yani çok uzak olmayan şeyler, daha yakına geldi.

Teknolojinin tarihine baktığımızda bugün övündüğümüz teknolojinin istisnasız olarak hep askeri yollardan yani savaş üzerinden ilerlediğini görmek bizleri şaşırtır. İnsanların birbirini yok etmek için geliştirdikleri şeyler, aynı zamanda insanların gurur duyduğu ilerleme olarak kabul gördü. Mesela; İnternet bile Amerika’da askeri bir projenin gizli parçası olarak geliştirilmişti. Demek ki; Devletlerin insanları daha fazla kontrol etmesi ve kontrol altında tutması için daha fazla teknolojiye ihtiyaç duymasının sebebi anlaşılır görünür!

Öteyandan başka bir çelişki ortaya çıkar: İnsanlar hem üstün olmak, yok etmek için teknolojinin gelişimini alkışlarken diğer yandan dünya nimetlerinden daha fazla istifade etmenin ve dünyada kalmanın yollarını aramaktadır. Tam da bu çelişkiler modern felsefenin ciddi ve oldukça uzun sorununu oluşturur. Buradan almamız gereken ders; insanların yıkmak- yakmak için gösterdiği çabanın inşâ etmekten daha gelişmiş olduğudur.

Savaş, hararetten çıkar fakat şiddetin nedenleri çeşit çeşittir. Toplumlarda biriken kin ve öfke savaş isteyenlerin her zaman iştahlarını kabartır. Daha önce de söylediğimiz gibi Şark’ın Psiko-Sosyolojik yapısı, her türlü çatışma alanlarına uygun ortam hazırlar. Şark’ta her savaşan ya da şiddet gösteren “haklı”dır. Haklı gerekçeleri vardır. Ezilenler, baskı altında tutulanlar ya da olduğunu düşünenler, ilk fırsatta kendilerine zulmü revâ görenlerden daha zalim olmak için öldürmeye başlar. Yani haklılıktan doğan şiddet, şiddetin haklılığına evrilir.

Bununla yetinmeyen devletler ise işi savaşın haklılığına taşır. Şüphesiz savaşın haklı gerekçeleri vardır, ister istemez fakat savaşı çıkaranlarla, savaştan çıkar çıkaranlar ve savaşta gözden çıkarılanlar hiçbir zaman örtüşmez. Bugün bizlere vatan uğruna ölmeyi telkin edenler, devletin her türlü imkanlarını semirdikleri halde ülke yıkılsa bile bir tuğlaları düşmeyecek olanlardır. Evet! Bizler şayet savaş kaçınılmaz olarak kapımıza dayanmışsa savaşmayı ölmeyi kabul edebiliriz; tabii ki bir şartla: Cephenin en önünde onlar ve çocukları olacaksa.

Savaş atmosferinde sadece şehirler yıkılmakla, ölümler çoğalmakla kalmaz; toplumun zihni yapısı da sağlıklı refleksleri de parçalanır. Buna büyük travmalar denir. Bir savaşın ne gibi etkiler ortaya çıkardığını defalarca gördük. Önce Irak’taki perişanlık sonra Suriyelilerin durumu; evsiz yutsuz, dilenen, sokaklarda hırsızlık yapan, para karşılığında kendilerini pazarlayan vb… bütün iğrençlikler, kendimize asla yakıştıramadığımız fakat bir başkasına tam uydurdugumuz durumlar. Devletler savaşın çirkin yüzünü saklamak için, onu farklı bir imajla sunarlar. Şavaş bir oyun gibi gösterilir.

Şimdilerde savaş, gündelik hayatımızdaki mafyavari ilişkilerle algılanıyor. Adeta Çark caddesinde haplı, yampiri dolaşan gençlerin etrafa saldıkları “hafız, biz herkesin hesabını keseriz!” moduyla okunuyor. Bazı utanmaz akademisyenler ve siyasiler, savaş gündeme gelince Türkiyenin genç nüfusu üstünden hesap kitap yapmaya başladı. Oysa herhangi bir savaşta “gençlik” de “erkeklik” de beş para etmeyeceği apaçıktır. Savaşın ortaya çıkardığı gerçek, kurgulanan gerçekten çok farklıdır!

Enver Paşa, o dönemde coğrafyanın kurtuluşunu savaşta görmüştü, “coğrafyayı ancak savaşarak kurtarabiliriz” demişti. Kısmen doğruydu; Düşman ordularıyla yani askeri unsurlarıyla bir coğrafyaya taarruz ediyordu. Lakin şimdi coğrafyamız savaşarak bile işin içinden çıkamadığımız ateş topuna dönmüş halde.

Siyasal modeller kirli ilişkiler, oldukça karmaşık bir şekilde birbiri içine geçmiş düğüme benziyor. Kadim zamanlarda savaş, bir şeyi netleştirmek üzerine kurulurken şimdilerde buharlaştırmak üzerine kurulmuştur. Tabii ki; bunca karmaşık, anlaşılmaz şeylerin arasında görünen bir şeyler kalır: Ölümle, kanla, yıkımla, talanla gelen harabe ve virane insanlar…

İnsanların korkunç egoları; uğruna canların verildiği “değerleri” silikleştirmeye hatta anlamsızlaştırmaya başladı. Hiçbir şehir ilkin merhamet yıkılmadan yıkılmaz. Demek ki; savaşın kazandığı anlam değişimlerini de iyice takip etmemiz gerekir.

Savaşı savunacağımız durumlar elbette vardır fakat o durumlar, şimdilerde bazılarının ortaya çıkarmaya çalıştığı ve oradan beslendiği durumlardan çok uzaktadır.

Twitter: @servetkzlay