“Gereğinden fazla şeye sahip olanlar şiddete, gereğinden az şeye sahip olanlar ise küçük çapta dolandırıcılığa yönelirler…”

Aristoteles’in bu sözü, asırlardır günlük hayatın içinde şaşmaz biçimde işleyen bir kuralı göstermeye devam eder fakat şiddetin sosyal ve politik şartları, bu denli basit ilerlemez.

Hatta Şark’ta bu resim tam tersi bir görüntü sunar: Gereğinden az şeye sahip olduğunu söyleyen PKK şiddete, gereğinden fazla şeye sahip olan Sermaye- Beyaz Türkler ise büyük çapta dolandırıcılığa yöneldi.

Şiddetin politiği, kendi içinde düz bir hatta hareket eder.

Şiddet, her zaman daha fazla şiddeti üretir. Tıpkı iyiliğin daha fazla iyiliği, kötülüğün daha fazla kötülüğü arzulaması gibi. Şiddetin ortaya çıkardığı politik düzlem, birçok sosyal olayın ve olgunun sağlıklı ele alınmasını engeller. Atasözünün de dediği “galeyan geldi mi, mantık savuşur (kaçar)” ortaya çıkar.

Demek ki; şiddetin düşünceye, akla, izana o denli ihtiyacı yoktur. Zaten insanlara şiddet anında hakim olan duygu, kalb-i selimden çok uzakta durur. Onun gözünü kan bürüdü mü; kinin, nefretin, intikamın…vb sözü geçer.

Şiddet hep kendini meşrulaştırarak politize eder...

Dolayısıyla politik bir angajman olarak şiddet; hesabın kitabın, pazarlığın konusu olarak kendini dayatmak ister. Şavaş, şiddetin uç fakat süreksiz halidir. Ancak şiddet şimdilerde sürekli bir politik varoluş tarzıymış gibi hayatımızı işgal etmiş vaziyette. Siyasetin çatışmadan doğduğunu kabul etsek bile onun şiddetten doğduğunu kabul etmemiz zorunlu değildir. Lakin şiddet, şimdilerde zorunlu değil zorlama bir biçimde kan dökmeye bizleri alıştırmaya çalışır.

Şark’ta şiddet hakkı, haklılığın şiddetine evrilmiş ve geçerliliğe kavuşmuştur.

Yani başta mazlum, mağdur, meşru müdafaa olarak şiddete başvuran bütün sosyal- siyasal yapılar, daha sonraları haklılığı gerekçe göstererek şiddeti içselleştirdi: Bütün yakılan- yıkılan şehirler, akan oluk oluk kanların arkasında haklı olmak yatıyor. Koskoca coğrafya “haklı olarak” ateşler içinde, perişanlık içinde. Görünen o ki; hiçbir kabile, ırk, mezhep, grup, cemiyet, cemaat haklı olma gerekçesinden vazgeçmeyeceğe benzer.

Şiddetin ateşe döndüğü, sarmal olarak büyüyüp bizi içine çektiği bugünlerde tehlikeli bir söylem bizlere kabul ettirilmeye çalışılıyor. Bu söyleme göre; “Artık Çözüm Sürecinde geriye dönüş yoktur!” “Bire karşı bin olmadıkça, bu iş bitmeyecektir!.”

Bu ve benzeri söylemlerle toplum; şiddetin ötesinde duran kana alıştırılmak, şerbetlenmek isteniyor. Karşılıklı kan dökmenin tek çıkar yol olduğu, sadece tek tarafa değil her iki kamuoyuna benimsetiliyor. Avrupa’nın ikinci dünya savaşında hayatını kaybeden 50 Milyonun üstünde insanına rağmen, milyonlarca sakat kalan, akli dengesini yitiren insanına rağmen birleşmesini mümkün kılan şeyler, nedense Şark’ta imkansız ve geçersiz sayılıyor.

Şiddetin en uç formu olan şavaşın herhangi bir bölgede (sadece Türkiye’de değil Afrika’da da) sosyal-kültürel ve politik şartlar benzer kaldığı ölçüde sorunları çözmediği sadece ertelediği bir veri olarak karşımızdadır. Hatta birleşmeyi ve bütünlüğü sağladığı öne sürülen şiddetin, toplumsal yapılarda –zamanla- ayrılığı daha fazla beslediği ve körüklediği şaşırtıcı bir sonuçtur. ‘Kılıç zoruyla elde tutulan topraklar’ şeklindeki Tarih tezleri, gücün mantığıyla güçlünün mantığını insanların akıllarında bulanıklaştırarak başka düşünmelerine yol açar.

Demokrasi’nin global güçlerle Şark’a tank-savaş yoluyla sokulduğu bir dönemde, şiddeti sistematik üretenlerle şiddeti kullananların aynı yere düşmeyeceği çok açıktır. Şiddete (mermilerle-bombalarla) maruz kalanların ise kara topraktan başka düşecek yerlerinin olmadığını söylemeye bile gerek yoktur.

Kanın oluk oluk aktığı, evlere ateşlerin düştüğü bir ortamda devleti ve milleti yönetenlerin dikkat etmesi gereken birçok hususlar vardır: kışkırtıcı söylemler üzerinden siyasal mesaj vermek (mesela; ”biz Suriye ya da Irak olmayız”) yerine dolaysız bir yol olarak muhataplara –global güçlere vb- ulaşmaya çalışılmalıdır. Dolaylı mesajlar toplumda şiddeti daha fazla üreten söylemlere yol açar. Yani mesaj yerine gitmeden önce toplumdaki yerine gider ve anlamını dışardan daha çok içerde hoş olmayan şekilde bulur.

Tam da bu noktada özellikle AK Partiye yakınlığıyla bilinen medya kurum-kuruluşların ve kişilerin radikal kışkırtıcı söylem üretmeleri, meseleyi içinden çıkılmaz tehlikeli boyuta taşır. Bu kurum-kuruluşların ve kişilerin farklı amaçlarla – elde edecekleri rant, şirin görünmek üzere goy goyculuk vb- yaptıkları şeyler, şiddet sarmalını katlamaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Devlet, toplum barışını bozacak kontra istihbarat operasyonlarına karşı kararlı durmalıdır. Şiddetin politiği bütün söylemlerin tarzlarını aynı şekilde topluma okutur ve yorumlatır. Kişisel husumetler bile bu okumadan ve yorumlamadan kaçamazlar...

Mahallede kavga eden çocuklar, adli vakalar, algı operasyonlarıyla bir kalkışmanın parçasına kolayca dönüştürülebilir. Göz aynı gördüğünde, her şey aynıdır.

Şiddet alta doğru yayıldıkça ve genişledikçe, kendisine benzemekten korkulan ülkelerin (Libya, Suriye, Irak, Yemen ve devamı…) kaderi -bir hortlak gibi- gözümüzün ta içine sokulur!

Twitter: @servetkzlay