Türkiye, Suriye’de kalıcı bir barış ve huzur için uluslar arası ciddi antlaşmalar imzaladı. Şam-Rusya-İran ile masaya oturuldu. Aslında bu hamle bir o kadar başka ciddi siyasi hesaplaşmayla ilgiliydi. Birçok denge sarsıldı. Eksen kayması tartışmalarını içine alan bu hamle, ülke içinde kriminal şantajlar (terör eylemleri bombalamalar vb) olarak karşılığını da buldu yer yer. Kaba olarak AB-ABD Atlantikçiler ile Avrasyacılar’ın hesaplaşması diye formüle edilen siyasi gelişmeler, Türkiye’yi kriminal bir labuatuvara dönüştürmek gayesiyle canımızı yaktı, kavurdu. Biz enalttakiler-hayatları üzerine zar atılanlar-, bu labuatuvarda deney fareleri olarak sayılanlar, olan bitenleri izlemeye başladık. Çok yakında Kazakistan’da gerçekleşecek zirve öncesinde ülkemizde yine birçok kanlı eylemlerden bahsediliyor.

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, geçenlerde basına bir açıklamada bulundu: “Suriye baştan  yanlıştı”diyerek, Suriye politikasını çok köklü eleştirdi. Şayet ortada bir yanlışlık var ise –ki yapılan antlaşmalar bunu açıkca teyid ediyor-, bu yanlışlığın devam ettirilmemesi için başka bir soruna değinmek gerek. Evet! ortada siyasetti de aşan büyük sorunlar var.

Son dönem coğrafyadaki katiamlar, yıkımlar, talanlar, …vb kötü gelişmeler, kısacası her açıdan harabeye dönüşme işlemleri, siyasetle başlayan fakat siyasetle bitmeyen felaketler getirdi. Coğrafyanın mimari hafızasını silmek için büyük gayretler verildi. Her yıkım-talan kendisine “haklı gerekçeler” buldu. Dünyanın en büyük Prehistorya (tarih öncesi) Müzesi Irak’tan çalındı ve medeni Avrupa’ya götürüldü. Yazma eserler kütüphanelerden çalındı …vb Kucağımızda düşünülenden daha büyük  sorunlar bırakıldı.

Mimari Hafıza, bu sorunların en can alıcı tarafını teşkil eder. Bu sebeble ivedi olarak (hiç olmazsa bu antlaşmalar için taraflar masaya oturmuşken yani ortalık durulmuşken)  meselenin halli lazımdır. İşin ironisi burada başlıyor; hem siyaset bu sorunların ortaya çıkmasında başlıca aktör hem de siyaset bu sorunu çözmek için en merkezi bir yol. Birkaç yıl önce bir konferansta tebliğ olarak sunmak için hazırladığımız, “Dil ve Mimari: Mimarinin Politiği ve Politik Bir Dil Olarak Mimari” adını taşıyan makalede (ki gerekçesiz red edilmişti) aklımızca kanaatimizce çözüm önerileri sunmaya çalışmıştık.

Suriye ve Irak İslâm kültür havzasında iki farklı ekol olarak çok mühim rol oynamışlardır. Mimari tarzları da kendi içlerinde ve geleneklerinde farklılıklar taşır. Birbirlerini farklı şekilde tamamlayan iki kardeş, coğrafyanın büyük fenerleri gibi. “Bağdat gibi yar Ana gibi diyar olmaz” diyen atasözü, bu muhteşemliği dile getirmek istemişti. Oryantalist ressamlardan Karl Haag’ın Bağdat çizimlerine bir an bile göz atmak, bazı şeyleri çok iyi gösterir.

Suriye-Irak yerlebir oldu. Yemen’de 2300 yıllık mimari hafıza bombalandı. Bunlar karşımızda bir trajedi sahnesi olarak duruyor. Şimdi bizler neler yapabiliriz? Şehirleri sadece inşaata çevirerek kurmak, savaşın yıkımından daha büyük bir yıkım olacağını bilmemek ve görememek olacağından, yeniden neleri yıkacak? Türkiye, Gazze’nin yeniden inşası konusunda aktif rol alacağı duyurulmuştu fakat bir mimari misyon olmadan coğrafyayı okumak ne gibi şeylere fayda verecek? Hangi yaraya şifa olacak? TOKİ mantığını coğrafyanın kalbine saplamak, kanamayı durdurabilecek mi?

Önerimiz Şunlardır:

Coğrafyadaki ülkeler, UNESCO ve LAHEY PROTOKÜLÜ’nü tartışmaya açmalı. Zira bunlar hem lokaldir hem de meseleyi halletmeyi çözmeyi engelleyen, erteleyen, gizleyen, bir yapıya sahiptir. Bunların aşılması gerek. 
Coğrafyadaki Ülkeler kendi aralarında tazminat yaptırımı olan kararlarla Mimari hafızayı koruma talepleri oluşturmalıdır.
Coğrafyanın Mimari hafızasını korumak amacıyla Hükümet-İktidar AK Parti Şam Hükümetiyle İvedi olarak çok ciddi ortak mimari çalıştayı yapılmalıdır. Bu mesele işin içinde çok geniş alanları ve disiplenleri içine alacak şekilde beslenmelidir. Mimarinin felsefesi öne çıkarmaya ve inşâsına yönelik pratik adımları içermelidir.
Kannatimiz; Arşiv destekli bir Re-konstrüksiyonun (yeniden inşânın) merkeze alınması şeklindedir. Bunun imkanları, sınırları ve kendi içinde problemleri daha geniş platformda tartışılmalıdır. Lakin Avrupa’da Almanya’nın II.Dünya savaşı sonrasında görülen şey, bütün itirazlara rağmen düşünülen modern anlayıştan sadece mimari değil sosyo-kültürel olarak daha fazla olduğudur.

Buradaki birkaç madde sadece küçücük bir tohum olarak sayılabilir. Öncelikle CB Erdoğan’ın UNESCO ve LAHEY PROTOKÜLÜ’nü “Dünya 5 ten daha büyüktür!” anlamında tartışmaya açmasıyla bir imkân bulunmasıdır ve bunu hemen tartışmaya açmalıdır. Siyasetin ürettiği fakat siyasetin altından tek başına kalkamayacağı problemlerle boğuştuğumuzu görmek gerekiyor. Düşüncenin bu konulara acil olarak eğilmesi ve ehli namus insanların bunları hiçbir mevki ve makam gözetmeksizin gündeme getirmesi elzemdir. Bazan gerçek  bir kurtuluşu (şayet var ise) siyasetin dışında ya da onu aşan şeylerde aramak gerekir. O zaman belki yıkılan ve talan olan yerlerimizi inşâ edebiliriz.