Yine böyle kiraz rengi bir akşamüstü, bizim mutfaktan mis gibi bir hamur kokusu yayılmıştı bütün mahalleye… Koşup bakınca koca bir tepsi kızarmış hamur ve başında elinde maşayla dikilen annemi görmüştüm. Ben daha “neden bu kadar çok?“ diye sormadan o elime tabakları tutuşturuvermişti bile.

”Nejla Teyze’nden başla“ dedi… Kapı komşumuz… Sabahları pembe kapitoneli sabahlığı ve başında biguderiyle ve gülümseyerek eşini, rahmetli Halil Amcayı uğurlayan, bir bayram günü benim kurdelemi özenle bağlayan ve Ömer Seyfettin’in “Pembe İncili Kaftan” kitabını hediye eden kibar komşu teyze…

O sene tokyolar çok moda olmuştu, hemen geçirip ayağıma çıktım sokağa. O da ne? Bütün arkadaşlarımın elinde hamur, helva dolu tepsiler hepimiz aynı evlere girip çıkıyoruz. Önce şaşırdık Vildan’la, arkadan Esra geldi, Ayşe de elinde tabaklarla köşeyi döndü… Başladık gülmeye. İşte tam aradığımız oyundu.

Önce zile basıyor sonra kapıyı açan teyzeye gülümseyerek;

-“Annem gönderdi, kandiliniz mübarek olsun”… diyordum. Komşu teyze minnettar bakışlarla tabağı alıyor ve yine dolu bir halde tepsiye koyuyordu. Demek kandillerin hikmeti buydu: Verdikçe alırsın, paylaştıkça çoğalır…

Zaten her şeyin sahibi olan ve bütün rızıklara kefil olan Yaradan da bütün istenenleri vereceğini vaat etmiyor muydu kandillerde?

Her evden kocaman bir aferin, huzurlu bir gülümseme ve içten dualarla uğurlanıyordum. “Allah kabul etsin…”

Yine böyle bir gün tam hamuru ısırdım ağzıma attım, arkadaşım sordu: “Allah nerde?”

Ağzımda lokmayla kalakaldım, Nerede olacak? dedim. “Kalbimde”

Nerede? dedi tekrar. Ben lokmamı yutmaya çalışıyor hem de babamın anlattığı dini hikâyeleri, darbı meselleri düşünüyordum. Her yerde tabi ama en çok da kalbimde.

Ona belli etmedim ama günlerce kendime sordum bu soruyu? Sahi nerede?

Kitaplarım, bahçedeki güller, kedi yavruları, her gece aynı saatte geçen kirpi, aniden yağan dolu, Ayfer’le kan kardeş olmak için kestiğim parmağımdan akan kan, babaannemin tespihindeki mırıltılı dualar, ninemin güllü cüzü. Hepsinde aynı cevabı buldum!

Yıllar yıllar sonra, oruçlu babası ve annesi başka şehirde olduğu için ve artık komşu teyzeler lokma döküp helva kavurmadığı için yetim ve öksüz kalan, kalbinde kandiller yanan zavallı ben…

Şimdi yine aynı soruyu soruyorum kendime ve yine o masum ses cevap veriyor titreyen kandillerin ışığında:

-Nerede?

-Kalbimde…

“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.”(Kaf;16)