Yahya BakırŞehir Konuşuyor'un ilk konuğu siz oldunuz, konuştukça meselelerin hallolacağını düşünüyoruz.

Akgün Altuğ – Hayırlı olsun. Bu benim hep arkadaşlara söylediğim konudur. Hiçbir şeyi konuşmadan çözemezsiniz. Bütün sorunlarımızı konuşmalıyız. Bu şekilde daha iyiye gideceğimizi düşünüyorum, konuşmak önemli.

Y.B – Konuştuğumuz süreçte birbirimizi daha iyi anlarız. Şehrin konuşmasının da şöyle bir avantajı var, eğer şehir olarak konuşursak birlikte hareket etme gücümüz de gelişir.

A.A – Sakarya'da en çok ihtiyacımız olan şey istişare etmek, önyargılarımızın kırılması, dostluk ve sohbettir.

Y.B – Akgün Altuğ Sakarya'da ve ülkede sporla, ticaretle, sanayi ile yönetim anlayışıyla bir marka. Bu markanın oluşması hiç kolay değil, elbette bunu biliyoruz. Çünkü tüm bunlar durup dururken meydana gelmiyor. Biraz geçmişe gidersek eğer 'Akgün Altuğ'un gençliği nasıldı? Nasıl yetiştiniz? Gençlik ve çocukluk döneminiz nasıl geçti?'

A.A – Adapazarı, Sapanca'da doğdum. Adapazarı, Çark Caddesi etrafında büyüdüm. Bütün eğitim hayatım Adapazarı'nda oldu. Gençliğim, çocukluğum bu şehirde geçti. Şununla çok övünürüm ve hep de söylerim; ben bu şehrin sokaklarını tek tek bilen bir insanım. Şehrin yapısını, sokaklarını, insanlarını, yaşam biçimini, kültürünü çok iyi bilen biriyim ve bununla da gurur duyuyor, övünüyorum. Gençliğim de çocukluğum da bu şehirde geçti. Meslek lisesi mezunuyum. Çark Caddesi'nin hemen arkasında otururduk. Bizim zamanımızda servis yoktu, her gün yürüyerek gider gelirdik. Okul sabah başlar akşam biterdi. Atatürk İlkokulu'nda basketbol oynayarak spora dahi başlamıştım. Ortaokul ve lisede de basketbola ve diğer sporlara devam ettim. Gençliğim bu şehirde geçti. Hayatımda askerlik sonrasında kısa bir İstanbul maceram dahi oldu ve işimi de o maceranın sonunda kurduk ve tekrar geriye döndük. 6-7 yıllık bir süreçti. Sakarya'ya döndüm ve o zamandan beri bu şehirde yaşamaya severek devam ediyorum. Başka bir yerde asla ve asla yaşayamam, yaşamayı düşünmem bile... Ben bu şehri, bu şehrin sokaklarını, insanlarını, her şeyini çok seviyorum.

Y.B – Peki Sayın Başkanım, ticaret hayatına atılma hikayenizi anlatır mısınız?

A.A – Askerlik sonrasında da askerlik öncesinde de farklı ticaretlerle uğraşımız oldu. Sokaklarda, pazarlarda birkaç arkadaşım ile birlikte İstanbul Gedikpaşa'da yaptırdığımız ayakkabı, terlik vesaireleri satardık. Henüz küçük yaşlarda iken sokak aralarında simit, kaymak satardık. O sokakları bilmem de ondandır. Askerlik sonrası Hendek'te bir akrabama ait olan Demantaş A.Ş.'de uzun yıllar çalıştım. Hemen ardından bir şekilde İstanbul'a gittim ve bir arkadaşım sayesinde Arçelik'te Satınalma Memuru olarak işe başladım. Bolu'daki ve Türkiye'nin değişik illerindeki fabrikalara birçok farklı parçalar tedarik ediyorduk.

Y.B – Piyasa araştırması mı yapıyordunuz?

A.A – Birçok parçanın tedariği için piyasa araştırması yapıyor, yardımcı saniyelerden, günlük üretim için gerekli olan parçanın lojistiğine dek ilgileniyorduk. Bu yüzden parçaların bir kısmı yurt dışından geliyordu. Yurt dışından gelen bir parçayı gözümüze kestirdik. Ben işe başlayalı bir sene olmuştu. Bir personel alımı daha yapacaklardı, personel müdürüne gidip 'Benim Adapazarı'ndan bir arkadaşım var, onu bir getireyim de tanışın. Belki onu işe alırsınız.' diyerek tavsiyede bulundum. 'Senin gibiyse al getir' dedi. O zamanlarda iş ortamında sosyalleşme adına pek bir şey yapılmazdı. İş biter, herkes evine giderdi. İşe girdikten sonra sosyalleşme adına faaliyetler yapmaya başladım. İnsanlar birbirleriyle kaynaştı, halı saha maçları, hep birlikte yemekler, konserler ve diğer etkinlikler derken insanları birlik haline getirdim. Böyle bir yanım vardı.

Bu yüzden personel müdürüm 'Senin gibiyse al gel.' demişti. Şu anda ortağım olan Erdoğan Kaya'yı alıp geldim. Birlikte karşı yakada bekar evinde kalıyor, her gün Sütlüce'ye, çalıştığımız Arçelik'in binasına gidip geliyorduk.

Y.B – Erdoğan Bey de Sakaryalı değil mi?

A.A Evet, Sakaryalı, üstelik ilkokuldan arkadaşım. 7 yaşımdan beri birlikteyiz... Böylece beraber çalışmaya başladık. Yurt dışından aldığımız bir parça vardı, hani annelerimizin bulaşık yıkadığı o alüminyum teller var ya onlara benzer bir şey; aspiratörlerin filtresi. Bu parçanın nereden geldiğini, yapıp yapamayacağımızı araştırmaya başladık. Almanya'dan geldiğini bildiğimiz bu filtrenin çapını biraz daha büyütmenin yollarını aradık. Nihayet Sultan Hamam'da bunu yapan eski birini bulduk. Bir süre gizlice gittik geldik, makinayı götürdük. Ortağım da makine mühendisidir, ben de makine üzerine okudum. Yaptığımız birkaç ekleme ile Sakarya'ya dönüp Dörtyol Sanayi içerisinde bu işi yapabilecek birini bulduk ve makineyi tamamladık. Sanayinin içinde ufak 20-25 m² bir dükkan kiraladık. İşe koyulduk ama o çiftçi çocuğu, ben devlet su işlerinde işçi olarak çalışan bir babanın çocuğuydum. Sermayemiz yoktu. Adapazarı'nda bizden daha fazla sosyal imkanı olan arkadaşlarımız vardı, onlara teklif ettik. Onlar da sağ olsunlar hala ortaklarım… Onlarla birlikte bu işi kurtardık ve ilk önce Arçelik'e malı satmaya başladık.

Y.B – Peki üretime başlama süreciniz nasıl ilerledi?

A.A – Yavaş yavaş üretime başladık. 50 tane, 100 tane, 200 tane... Çok zaman oldu tabi, aklımda değil bazı şeyler… Bir süre geçtikten sonra Arçelik olarak alım yaptığımız Alman firması 'neden bu parçayı benden almıyorsunuz' diye ziyarete geldi. O zamanki Satınalma Müdürümüz de halen görüştüğüm çok sevdiğimiz bir abim dedi ki: 'Artık biz bu parçayı Türkiye'de, şu firmadan alıyoruz.' Bize de dönüp 'Bu adam bu malı almak istiyor, nasıl yapacağız?' diye sordu. Adapazarı'na götürelim, dedik.

Kış mevsimindeyiz, Adapazarı'na dükkana telefon ettik, 'biraz derleyin toparlayın, badana yapın' diye ama nerede… Dörtyol Sanayi içerisinde atölyeye dahi benzemeyen tavanı akan bir kötü bir yer… Bir sürü tadilat yapmamıza rağmen olmadı ufak bir yer. Adam oraya geldiğinde epey şaşırdı. 'Bu firma mı benim işimi bitirdi.' dedi. 'Bana da satar mısınız?' diye sordular. Satarız, dedik. Nedir kapasiteniz? 50 – 100 adet, dedik. Arttırın, dedi. Bir makine, bir tane daha, bir personel, ikinci, üçüncü personel derken böyle devam ettik. 88 yılında kurduğumuz firmanın ikinci senesinde ihracata başladık.

30 senedir artan bir potansiyelle ihracat yapan bir firmayız. Dolayısıyla hem istihdamımız arttı hem kapasitemiz arttı derken pazar payımız arttı. Filtrenin haricinde başka alanlarda çalışmaya başladık. Filtre şu anki üretimimizde oldukça küçük bir yer kaplıyor. Daha çok beyaz eşya, otomotiv, mobilya olmak üzere elektronik sanayi, uçak sanayi gibi birçok sektöre parça üretiyoruz. %80'in üzerinde bir rakam ile ihracat yapıyoruz.

Şu an itibari ile Türkiye'de 2000 insan çalıştırıyoruz. Almanya'da, İtalya'da, Polonya'da da işletmelerimiz var. Amerika'da bir ofisimiz var, ciddi bir yatırım planlıyoruz. Anlayacağınız nereden nereye... Bu bir girişimcilik hikayesidir. Yakın bir zamana kadar ilköğretim kitaplarında ortaklarımızla birlikte bizim resimlerimiz ve hikayemiz vardı. Girişimcilik dersi olarak işleniyordu. Bu da bizim için gurur verici bir olay…

Y.B – Boğaz Köprüsü'nde bir hikayeniz vardı, onu da bizimle paylaşır mısınız?

A.A – İşe yeni başladığımız zamanlar… Her gün Sütlüce'ye Arçelik'in ofisine gidip geliyor ama Göztepe'de İçerenköy civarında oturuyoruz. Tabii o zamanlar genciz, ben oğlumun yaşlarındayım. Her sabah köprüden geçiyoruz ve her sabah trafik var. Servis otobüsündeyiz, saat 6 - 6.30'da kalkıyor, servis bekliyoruz fakat yanımızdan son model lüks arabalar geçiyor. Erdoğan dedi ki, 'Bunlara binebilecek miyiz biz?' Ben de ortağıma dedim ki 'Bunlara binebilmemiz için ilk önce bu servis arabasından inmemiz lazım…' İniş o iniş… Otobüsten indik. Şimdilerde de çok lüks arabalara binmek istemem, bindiğim araba dahi kiralık... Fizıbıl yani verimli yaşamaktan yanayım. Lüks yaşam tarzı bana uygun değil. Öyle yetişmedik çünkü, yetiştiğim gibi de devam etmeye çaba harcıyorum.

Y.B – Başkanım, birçok kişi firmasını böyle anlatabilir ama birkaç dakikaya sığan bu konuşmanın arkasında aslında başka bir şey var. Orada sizi buna iten asıl sebep neydi? Bir inanç var, bir yeniliğin yanı sıra alınan bir risk de var. Kurumsal bir firmadan, Arçelik'ten ayrılıyorsunuz, yeni bir firma kuracaksınız. Size 'durun, yapmayın sigortanız ödeniyor, neden ayrılıyorsun' diyenler olmadı mı? Sizin için zor bir süreç değil mi?

A.A – Bizim kaybedecek bir şeyimiz yoktu. Erdoğan'ın babası çiftçi, benim babam burada devlet su işlerinde işçi... İki odalı bir evde büyümüşüz. Neyi kaybedebiliriz ki? Biz böyle girdik ve devam ettik. Çok şükür Allah da yardım etti, şans yüzümüze güldü, böyle bir noktaya geldik. Henüz hedeflediğimiz yerde değiliz. İkinci üçüncü nesile bu firmayı bırakmak istiyoruz. Hedeflerimiz var. Onun için çocuklarımıza çok iyi eğitimler aldırdık ve aldırmaya da devam ediyoruz. Bir dünya firması olmak gayemiz vardı. Çok şükür, bir dünya firmasıyız. Kendi dalımızda dünyanın en büyüğüyüz.

Y.B – Rakiplerinizi satın aldınız, alıyorsunuz…

A.A – Evet, rakiplerimizi de satın aldık. İtalya'da, Almanya'da, Polonya'da bir iki rakibimiz vardı, onları satın aldık. Pazar payımızı arttırdık. Rakiplerimizin pazarıyla kendi pazarımızı birleştirdik. Sektör değiştirdik. Sadece beyaz eşya üzerine bir parçayı üretirken sonrasında otomotiv ve diğer sektörlere girdik. İnsanoğlu bu dünyada yaşadığı sürece herkese iş vardır.

Y.B – Bunu cümlenizi biraz daha açabilir misiniz Başkanım?

A.A – Bütün olay, yaptığımız bütün faaliyetler, ticari faaliyetler veya sosyal faaliyetler insanlığın, insanın daha iyi yaşaması üzerinedir. Dolayısıyla insan; yiyecek, giyinecek, içecek, eğlenecek, sosyalleşecek, harcayacak... Doğru yönetir ve gözlemlerseniz birçok işi yapabilirsiniz. Biz bu konuyla başladık. Bu konuyla da devam ediyoruz. İktisadımız bu oldu artık ve bu iktisat üzerine dünyanın en iyisi olmayı hedefledik. Şimdi dünyanın en iyisi ve dünyanın en büyüğüyüz.

Y.B – Ülkemize çok büyük bir katkı sağlıyor bu yatırımınız… 2000 kişiye istihdam sağlayıp dünyaya ihracat yapıyorsunuz. Bunu nasıl başardınız?

A.A – Allah rahmet eylesin, o zamanlar aynı anlayışta bir Cumhurbaşkanımız vardı: Turgut Özal. Türkiye'nin ve Türk gençliğinin, Türk insanının yönünü başka bir tarafa çevirdi. Türkiye içine kapalı, daha böyle farklı bir ülkeyken Turgut Özal ile birlikte dünyaya açık, dünyayı takip eden, dünyayla entegre bir ülke haline geldi. İhracat ve daha birçok alanda önümüzü açtı diyebilirim. Onun o zaman yaptıkları unutulmaz şeylerdi. Bize de etki ediyordu, biz de hedeflerimizi ona göre belirledik. Böyle devam etti. Dediğim gibi; insanoğlu bu dünya üzerinde yaşadığı sürece yapılacak iş bitmez. Yeter ki siz iyi gözlemleyin. Ben gençlere hep bunu söylüyorum. İyi gözlemleyin, mutlaka bir şeyler çıkartırsınız. İyi fikir her zaman iyi para yapar.

Y.B – Hala mı yapar?

A.A – Hala yapar.

Y.B – Bütün dünyadaki iyi işler bitmedi mi artık?

A.A – Yok öyle bir şey. Her zaman daha iyisi yapılıyor. Teknoloji durmadan devam ediyor, sürekli ilerliyor. Yeni teknolojik gelişmeler ortaya çıkıyor. Sizinle geçenlerde inanılmaz hoşuma giden bir şey paylaşayım. Sosyal medyada bir fotoğraf gördüm. Altında bir tane drone üstünde de helikopter, helikopterin kapısında bir kameraman… 2005 – 2015 yıllarının karşılaştırılması yapılmış. 2005'te bir helikopter ve bir kameraman bir olayı çekiyorlar. 10 sene sonra yalnızca bir drone olayı çekiyor. Altına yazmışlar, '10 senede pilotun ve kameramanın işi bitti.' Bu inanılmaz bir şey. Doğru mu? Doğru.

Y.B – 99 depremi sonrasında şehrin üstünde helikopter gezdi. Servet Sezgin fotoğraf çeksin diye sırtından tutuyorlardı. O da aşağı doğru fotoğraflar çekiyordu. Şimdi geldiğimiz nokta ile artık bir drone ve bir operatör yeterli…

A.A – Düşünsene kameramanın da işi bitti. Pilotun da işi bitti. Dünya böyle, bak 10 senede nereden nereye gelmişiz. Bir 10 sene sonra nereye gideceğimiz belli değil. Belki drone olmayacak çok daha farklı bir teknoloji olacak. Yani bizim bırakmayacağımız şeyler… Düşünmek, teknolojiyi takip etmek ve mutlaka açık gözlülük… Açık gözlülükten kastım ile yanlış şeyleri kastetmiş olmayayım, çalma çırpma asla böyle bir şey yok. Dünyayı gözlemlemek; az önce de söylediğim gibi, bunlar çok önemli gençler için. Biz de o zamanki teknoloji ile bir şeyler yaptık. Kopya ile başladık. Bir şeyi kopya çekerek başladık ama zaman içinde üretimimiz artık tamamen robotlarla olmaya başladı. Şu anda fabrikamda yüzlerce robot var. Robotlar birbirlerini görüyor birbirleriyle konuşuyor üretim o yönde devam ediyor. Amerika'da yeni bir yatırım düşünüyoruz. İnsansız bir fabrika planlıyoruz mesela... Dünya şu an buraya gidiyor çünkü. 10 sene sonra neler olur hep birlikte izleyeceğiz ve göreceğiz.

Y.B – Sayın başkanım cümle içerisinde vardı ama ben yine sorayım. Genç arkadaşlarımız hem izleyecekler hem dinleyecekler. Ticaret nasıl bir zeminde yer alacak? Gelecekte ne öngörüyorsunuz? Sizin uluslararası bir perspektifiniz de var, İstanbul'dan Türkiye'ye bakılır, Münih'ten Avrupa'ya bakılır, Amerika'dan dünyaya bakmak ise bambaşka… Tabii siz tüm bu açıları görmüş durumdasınız. Şu an yatırım aşamasında olmak da çok değerli. Nasıl bir ticaret zemini bizi bekliyor?

A.A – Pandemiye kadar her şey çok farklıydı, söylemler de farklıydı. Bu covid-19 virüsü ile birlikte dünya farklı bir yöne gitmeye başladı. Yaşananları biz çok daha net gördük. Öncelikle dünyadaki teknolojik değişim çok daha ilerleyecek ve insanların artık ayak uyduramayacak bir noktaya gelecek diye düşünüyorum. Ticarette bu şekilde şekillenecek. Korona virüste gördük ki e-ticaret çok önemli bir hale geldi. Üstüne basa basa söylüyorum: tarım çok önemli hale geldi, biz bunu keşfettik. Tarımın da teknoloji ile ilişkili hali çok daha önemli bir hale geldi ve önem kazanmaya devam edecek.

Y.B – Üretimin içinde pazarlamada var mı Başkanım?

A.A – Oraya da geleceğim. Pazarlayamayacağınız bir şeyi ya da pazarlamadığınız, satamadığınız bir şeyi üretmenin hiçbir anlamı yok. Bu çok net. Biz gördük ki, pandemi öncesinde oda olarak bazı çalışmalar yapıyorduk. E-ticaretin dünyada artış göstermesi ile ilgili bazı çalışmalar olmuştu. Özellikle genç girişimcilerimiz, kadın girişimcilerimiz ve diğer üyelerimize bu e-ticareti anlatma gayretindeydik. Fakat yaşanan pandemiyle birlikte bu arşa erdi, inanılmaz noktalara geldi. Bununla ilgili haftanın her günü odamızda bir eğitim ve çalışma var. Ticaret, e-ticaretle şekillenecek artık. Bir mikro e-ticaret var bir de makro e-ticaret var. Daha doğrusu perakende e- ticaret var, bir de daha büyük çaplarda e-ticaret var dünyada. Gördük ki, perakende e-ticaret çok daha önemli bir hale geldi. Dünyanın herhangi bir yerinden herhangi bir şeyi istiyorsunuz, 1 haftada sizin kapınıza paketlenmiş bir halde geliyor. Anladık ki ticaret kadar lojistik de çok önemli... Gelecekte lojistik çok önemli sektörlerden biri haline gelecek önemi kat ve kat artacak. Ne dedik teknoloji, dijital dönüşüm teknoloji buna mukabil üretilecek her şeyin ar-gesi çağa uygun ar-geyle yapılandırılması ve tabi ki lojistik ve pazarlama bunlar çok önemli bir hale gelecek. Bizim ülkemizin de dünyaya açık halde olması lazım. Mesela size bir örnek vereyim, pay-pal ödeme sistemi Türkiye'de yasak şu anda… Pay-palın Türkiye'de yasak olmasından dolayı perakende ticaretten kaybımız yaklaşık 10 milyar dolar. Yalnızca Türkiye'ye gelen mal anlamında düşünmememiz lazım bu işi. Türkiye'deki üreticiler veya tüccarlar bu işi yapanlar dünyanın her tarafına ürün satıyorlar. Ödemi sistemi: Pay-pal. Dünyadaki dünya vatandaşları pay-pal'a ödüyor. Böyle bir sistem artık Türkiye'de olmadığı için sıkıntı yaşayan birçok ticaret erbabı var. Bu noktalara özellikle dikkat çekmek istiyorum. Dünyayla entegre olmamız için ulusal firmalarla entegre olup uluslararası çalışmamız lazım.

Y.B – Ticaret için bir sermayeniz olmasa bile organizasyon kurabiliyorsunuz. Bu organizasyonlara değinir misiniz?

A.A Önemli. İyi bir yazılımla önemli bir organizasyonu çok rahat çözebiliyorsunuz. Dönüp dolaşıp her şey teknolojiye gidiyor. Bu alanda iyi eğitim almış insanlara gidiyor. Ben görüyorum ki gençlerimiz bu eğitim konusunda becerikli ve yetenekliler. Biz de doğal olarak bu yazılım konusunda bazı çalışmalar içerisindeyiz. Her genç mutlaka yazılımın ana detayını bilsin istiyoruz. Çünkü dünya artık o yöne gidiyor. Dediğiniz gibi organizasyon bundan sonra çok önemli bir sektör haline gelecek. Profesyonelleşecek, bu konuda da gençlerin kendini yetiştirmesi gerekir.

Y.B – Bizim hala standart alışkanlıklarımız var. Dükkanın kapısında bekliyoruz bir gelen olursa Allah bereket versin, gelmezse ne yapalım bugün rızkımız buymuş… Sonra kiralar artıyor, artık insanlar gelmiyor… Geleneksel alışveriş yapan insanlarımız, geleneksel ticaret yapan esnaflarımız var. Onlar ne yapmalı, bunlardan nasıl vazgeçmeli veya siz bu alışkanlıklarınızı değiştiriyor musunuz?

A.A – Kesinlikle bir arayış içerisindeyiz, daha iyi nasıl yapabiliriz işimizi diye... Kanaat diye bir durum var. Aza kanaat iyi güzel ama özellikle belli bir yaşın üstündeki insanlar konfor alanlarının dışına çıkmalı. Özellikle gençler… Mutlaka ve mutlaka konfor alanlarının dışına çıkmalılar. Hepimizin çocuğu var aman onlara bir şey olmasın üzülmesin diye hayatı onlar adına kolaylaştırmaya çalışıyoruz onlar da tembel insanlar olarak yetişiyorlar. Tam aksine onları konfor alanlarının dışına çıkarmamız lazım.

Bunu özellikle üstüne basa basa vurguluyorum. Gençlerin artık hayatını birazcık zorlaştırmamız lazım. Çünkü hep hayatlarında ebeveynleri bizler olmayacağız bu gençler için söylediğim. Stabiliteyi alışkanlık haline getirmiş olan tüccar, esnaf için de çalışmalarımız var. Bu iş böyle gitmez. Baktığınız zaman cirolar azalıyor, kiralarınız, maliyetleriniz artıyor. Bunun tek ve tek çaresi dünyaya farklı gözle bakmanızdır. E-ticaret dünyaya farklı bir bakışla bakmanın bir yoludur.

'Gelin bunu size öğretelim. Hatta web sitenize kadar tasarlayalım yapalım. Bir bunu deneyin.' diyoruz ve onlara rol modeller gösteriyoruz. Bakın bir arkadaşınız bunu yaptı sizin gibi dükkan içinde ticaret yapmak isteyen tüccarımızdan, esnafımızdan kat ve kat fazla ticaret yaptı. 'Malını Türkiye'nin her tarafına sattı, üzerine dünyaya sattı' diye rol modeller gösteriyoruz ve yolunu açmaya çalışıyoruz. Bizle hareket eden de var stabiliteyi artık bir huy haline getirmiş abilerimiz, büyüklerimiz de var. Çok da yapacak bir şey yok onlar için.

Y.B – Bir de internette tarama var, her şeyi tanıyan sistemler var. Ben Sakarya'da, Cumhuriyet Mahallesi'ndeyim, benden insanlar nasıl haberdar olur ki demek doğru değil herhalde.

A.A – Kesinlikle değil. Basketbol federasyonunda yöneticiyim. Biliyorsunuz futbol Türkiye'de ana spor basketbol da onu takip eden spor dallarından biri. Basketbol seyircisini nasıl arttırırız diye bir çalışma yapıyoruz. Bu çalışma sırasında da Hidayet bizim ceomuz gibi, onunla birlikte çalışıyoruz. Ne yaparız ne ederiz… Bir kardeşimiz gelmiş Amerika'dan, abi bu çocuk bu işleri çok iyi biliyor dediler, yazılımcı diye çağırdık çocuğu. Hidayet, ben, Harun Başkan ve birkaç arkadaşımız daha nasıl yaparız dedik. 'Çok kolay' dedi. Nasıl kolay?

Türkiye'nin değişik salonlarında değişik zamanlarda basketbol maçları var. 'O ana kadar telefonda basketbolla ilgili bir web sayfası açmış kişilerin hepsine anında ulaşırız. Örneğin, maç 8'de biz o kişiye saat 6'da ona bulunduğu şehirde şu basketbol maçı var diye paylaşım yaparız.' dedi. Nasıl yapacaksın, diye sorduk. Kolay dedi ve bunu yaptık. Türkiye'de o çocuğun çalışması ile tabii biz o zamanlar oldukça uzağız bu tür şeylere, 7-8 yıldır yapılan uygulamalar bunlar. Telefona bir şey yazıyorsun, reklam olarak karşına çıkıyor. Ben eve bir mobilya alacaktım mobilyayla ilgili bir şey baktım sosyal medyada arka arkaya mobilya ile ilgili reklamlar çıkmaya başladı. Bu tür şeyler var, bunları kullanmak lazım. Çağa ayak uydurmaktan kastımız bu. Bunları insanlara anlatmaya çalışıyoruz.

Y.B – Şu anlama geliyor mu: Siz diyelim ki esnaflık yapmak, ticaretle ilgilenmek istiyorsunuz, OSB'den bir yer alacaksınız fabrika kuracaksınız. Milyon dolarlar harcayacaksınız, yeni işler bulacaksınız ya da Çark Caddesi'nde dükkan kiralayacaksınız. Bir yıl peşinat vereceksiniz, içine mal koyacaksınız. Oysa şu an etrafımızda sayısız ücretsiz iş yeri var, instagram – twitter – facebook gibi... Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz sayın Başkanım?

A.A – Geçen bir arkadaşım geldi, havalandırmayla ilgili özellikle havayı dezenfekte eden bir cihaz yapmış. Turgay Demirgövde adında bir kardeşimiz. Biz inceledik, mantıklı, işe yarar bir cihaz. 'İşte bunu pazarlamak lazım pazarlamacı ile' dedi. Pazarlamacıyla ne işin var, dedim. Senin uzmanlık konun bunu üretmek, bunun teknolojisini geliştirmek, büyütmek... Pazarlama konusunda web üzerinde Alibaba var, Amazon var, o var bu var… Bunlardan faydalan. Pazarlama için belki ürettiğinin masrafı ve maliyeti kadar harcaman lazım, senin konun değil, bilmiyorsun, takılacağın birçok şey olur. Dünya bunu çözmüş zaten. Bir sürü mecra var ve bu mecralarda malının pazarlaması çok kolay, çok rahat.

Y.B – Size 20 yıl önce deselerdi ki 'Sayın başkanım, bir firma var, bir avm var ya da bir esnaf var, tüccar var ve hiç malı yok, deposunda ürünü yok. Sadece organizasyon kuruyor. Ahmet'in malını Mehmet'e satıyor ve yıllık diyelim ki 500 milyar dolarlık ciro yapıyor.' Oldukça uçuk gelebilirdi size. Şu an Türkiye'den daha çok bütçesi olan Amazon ve diğer firmalar var ve bunların hiç stokları yok. Senin malını ona, onun malına sana satıyor.

A.A – Kesinlikle organizasyon farkı... Bu organizasyon da kişilerle değil, telefonla git şuraya 3 kilo fasulye yolla diye değil. Tamamen bir yazılımla çözümlenmiş bir mesele. Bunları anlayabilecek, bunları hissedebilecek bir gençlik yetiştirmemiz lazım. Belki bizler yapamayız, belki bize çok uzak geliyor, bizden yaşlılara hepten uzak geliyor ama bunları bilebilecek, bunları yapabilecek gençler yetiştirmemiz lazım. Biz de bu iş için çabalıyoruz. Sakarya'da 'Yazılım Meslek Lisesi' kurulacak inşallah.

Y.B – Hemen o soruyu sorayım. Siz hem şehrimizin geleceğini hem ülkemizin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bununla ilgili tabii Ticaret ve Sanayi Odası sürekli veri depoladığı için veriler öncelikle size geliyor. Dolayısıyla bu veriler ile geleceği planlama açısından da avantajlısınız. Nasıl bir planlama yapmalıyız ve sizler ne yapıyorsunuz?

A.A – Daha elle tutulur şeyler söylemek lazım. Ülkemiz dünyada jeopolitik anlamda çok farklı yere sahip, çok önemli bir yerdeyiz. Doğuyla batının geçiş noktası olan bir bölge, çok önemli bir nokta. Nasıl Türkiye dünyada önemliye Sakarya da Türkiye için çok önemli. Doğuyla batının, kuzeyle güneyin geçiş noktasındayız. Dolayısıyla bildiğiniz gibi sonsuz kaynaklara sahip bir ülke değiliz ama övündüğümüz bir noktamız var. Kendini yetiştirmeyi seven, hırslı, dinamik bir genç nüfusumuz var. O bizim en büyük avantajımız. Ona mukabil yöneticilerimiz gençlerimizi anlayan ve çağa uygun ülkeyi idare etmeye çalışan bir siyasi yapımız var, ondan yana bir sıkıntımız yok. Özellikle pandemi sonrasında dünyanın üretim noktası olan Çin'e karşı bir algı oluştu dünyada. Olumsuz bir algı mevcut. Türkiye bunu olumluya çevirecek yegane ülkelerin başında geliyor. İstatistik olarak baktığımızda da çok ciddi dönüşler başladı. Bu algı çok uzun süredir de devam edecektir diye düşünüyorum. Hem Avrupa'nın hem Amerika'nın Çin'e bakışı kolay kolay eskiye, o iyi görüşe dönmeyecektir diye düşünüyorum.

Y.B – Bu arada Türkiye stratejik bir rol de oynadı. Çok da yardım ettik sağa sola.

A.A – Kesinlikle hesaplanmış siyasetlerdir. Doğru konular bunlar. İyi yerlere gidecektir Türkiye ama Sakarya da dediğim gibi hem Türkiye'de hem dünyada çok iyi yerlere gidecek bir bölge. Biz Sakarya'nın stratejik bir planını yapıyoruz. Sakarya Valiliği, ki yeni valimizle de uzun uzun bu stratejik planımızın üzerinden geçtik. Eksiklerimizi tamamlamak üzere çalıştık. Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem Yüce, onun değerli personeli, üniversitelerimiz ve şehirdeki bütün meslek örgütleri sivil toplum örgütleri şehrin tamamı ile bu şehrin stratejik planını yapıyoruz. Şehrin stratejik planı 5 tane ekosistemde birleşiyor ve bunlar detaylandırılıyor. Nedir o ekosistemler?

1- Olmazsa olmazımız: Ticaret ve sanayi üretimi

2- Tarım ve hayvancılık

3- Kültür ve turizm

4- Eğitim

5- Şehirleşme

Şimdi baktığımızda bu 5 ekosistem şehrin tamamını kapsıyor. Şehircilik var, büyükşehir bahsettiğim bu 4 ekosisteme göre kendini dizayn edecek ve yenileyecek. Tarım hayvancılık dedik ya özellikle pandemi sonrasında çok farklı yerlere gidiyor. Biz de zaten üreten bireyleriz. Hem tarımsal anlamda üretiyoruz hem de endüstriyel anlamda çalışıyoruz. Bu tarım ve hayvancılığı teknolojiye uygun bir şekilde nasıl taşırız bütün hedefimiz bütün amacımız bu. Hedefimiz, amacımız kendine yeten bir il olmanın yanı sıra rakiplerimizle rekabet eden bir il olmak ve ihracatta özellikle Türkiye'de ilk 5 il arasına girmek. Hali hazırda ihracatta 7. sıradayız. İhracatçı sayımız 500 civarında. Biz 1000'i aşan ihracatçıyla 2023'e kadar en az 10 milyar dolar ihracatı hedefleyen bir noktadayız.

Y.B – Başkanım, hemen parantez arasında bir soru sorayım. Geleceğin meslekleri neler olacak? Bu yatırımı yapmaya karar verdik, paramız var ve girişimci olmak istiyoruz. Nereye doğru yönlenirsek doğru işi yapmış oluruz?

A.A – Bölgemiz bu anlamda gelişecek bir yer. Biz şehrimizin en az %3'ü kadar bir alanda sanayileşmeye devam etmek istiyoruz ama sanayileşirken de asla ve asla çevrecilikten ve tarım alanlarımızın zayi olmasından yana değiliz. Birinci, ikinci, üçüncü sınıf tarım alanlarımızı koruyacağız. Bu şekilde üretime devam edeceğiz. Geleceğin mesleklerine geldiğimizde ise üzerine konuştuğumuz, değindiğimiz pek çok nokta olmuştu. Teknoloji, araştırma geliştirme, teknolojik tarım, lojistik, organizasyon ve olmazsa olmaz yazılımla ilgili birtakım işler geleceğin meslekleri olacak gibi görünüyor. Gençlerimize de tavsiyem bu konularla ilgili eğitim almalı ve dünya vatandaşı olmak için mutlaka birkaç tane yabancı dili çok iyi bilmeleri…

Y.B – Başkanım, sizde geleceği okumak gibi özellik var mı? Soracağım bütün soruların cevaplarını veriyorsunuz. Burada bana çok ihtiyaç kalmadı gibi oldu. Geleceğin yöneticilerinin seviyesini ne belirleyecek diye tam soracaktım size, 'Dil' dediniz. Siz şu an bir yönetici alsanız nasıl birini tercih ederdiniz?

A.A – Donanım belirleyecek. Şimdi gençlerin tümü rekabet halinde. Ben hep bunu söylüyorum; insanlar rekabet halinde, firmalar birbiriyle rekabet halinde, şehirler, ülkeler, herkes rekabet halinde... Rekabette bir adım öne çıkmak için ne yapmanız lazım, kendinize hangi donanımı yüklemeniz lazım? Bir şirketseniz kapasitenizi, argenizi arttırmanız lazım. Şehirseniz yaşanabilirliğinizi arttırmanız, yatırım almanız lazım... Şimdiki gençlere baktığınızda daha fazla donanıma ihtiyaç var. Nasıl donanacaklar? Yazılımın ana karakterini bilmeleri lazım, yazılımın ana karakterini bilmeyen kodlamanın karakterini bilmeyen gençlerin bundan sonra şansı yok. Bildiniz de ne oldu? Sadece Türkçe konuşuyorsanız, yine şansınız yok. Dünya İngilizce konuşuyor, Dünya İspanyolca konuşuyor, Dünya Çince konuşuyor. Bu dilleri bilmeniz lazım, anlamanız lazım, konuşmanız lazım. Dediğim gibi artık Amerika'ya ya da Çin'e gitmenize gerek yok. Açtığınız zaman artık Zoom adında bir uygulama ile dünyanın her yerinden insanla 300-500 kişiyle aynı anda toplantı yapabiliyorsunuz. Dolayısıyla gençlerin kendilerini çok ciddi anlamda donatmaları lazım. Daha iyi donanımda olan kardeşlerimiz mutlaka ileriye çıkacaktır.

Buna ilaveten mutlaka ve mutlaka: Sosyal Zeka. Sosyal zeka çok önemli. Bir de samimiyet çok önemli. İnsanlar artık birbirlerine samimiyeti kişinin gözünden, tavrından çok daha iyi anlayabiliyorlar. İlkinde anlamasalar ikincisinde çok rahat anlıyorlar. Ne dedik? Donanım, kendilerini geliştirmek, sosyal zeka, samimiyet ve buna birçok ahlaki değer eklenebilir. Ticaret yapmak istiyorsunuz, ben bir seferde zengin olacağım derseniz bu iş çok zor.

Y.B – Kalite problemi de var değil mi Sayın Başkanım?

A.A – Burada ahlak devreye giriyor, yetişme devreye giriyor, aile devreye giriyor. Ticarete 'vur kaç ticareti' diye bakmamak lazım. Burada bahsettiğim şey, sürdürebilir işler yapmanız. Bir işi uzun süre yapmak istiyorsanız ticaret yaptığınız ya da iş yaptığınız kişilerle iyi anlaşmak karşılıklı kazanmaktır. Siz %80 kazanır karşı taraf %20 kazanırsa o ticaretten uzun sürede hayır gelmez, kısa zamanda biter. Karşı taraf daha fazla kazanacağı bir kapı arar. Onun için sürdürebilirlik çok çok önemli.

Y.B – Son olarak Başkanım, sizin bütün ticari faaliyetleriniz dışında sporla da yakından ilgilisiniz. Hala spor yapıyor musunuz?

A.A – Benim sporum şu: Sapanca'da oturuyorum. Sabah kalkıyorum 6.30 – 7 gibi... Yaklaşık 4-5 km yürüyorum.

Y.B – Basketbol oynuyor musunuz?

A.A – Yok artık, yaş geçti. Yaş 56 oldu artık. Yüzmeye çalışıyorum ama mutlaka yürüyüş yapıyorum.

Y.B – Basketbolu yakından takip ediyor musunuz?

A.A – 7 yaşımdan beri basketbol oynamaya başladığımdan dolayı çocukluğumdan beri basketbolu seviyorum. Futbol mu basketbol mu deseler, ben basketbolu izlemeyi tercih ederim. Dünyada nerede basketbol oynanırsa seyrediyorum. Hatta birçok takımı da takip ediyorum, oyuncularına kadar da biliyorum. Dolayısıyla basketbol camiasında herkesi tanırım herkes de beni tanır. Basketbol federasyonunda görev yaptım, inşallah yine görev yapmak niyetindeyim. Sporu seviyorum. Çocukken eski statın tel örgüleri arkasından Sakaryaspor'un seyircisiydik.

Y.B – Taş duvara tırmandınız mı Başkanım?

A.A – Tırmandım tabii. Takımı aynen sayabilirim. Sakaryaspor'a böyle bir bağımız var. Yeşil siyah renklere ciddi bir bağımız var. Seviyorum sporu. Sakarya da sporu seven bir şehir. Şehrin ve insanların yapısı itibariyle spora yatkın, hırslı insanlar ile dolu bir şehir… Zaten kanıtlanmış. Hem futbolda hem diğer spor branşlarında çok ciddi sporcular yetiştirmişiz. Dünya şampiyonları çıkartmışız. 3-5 senelik iş değil. Bundan sonra da öyle olacaktır. Sporun da her anlamda iyi yönetilmeye ihtiyacı var. İyi yönetici ve iyi organizasyonundan bahsettik. İyi yönetilmezseniz, iyi yönetmezseniz, iyi organize edemezseniz; hem para hem vakit kaybedersiniz. Bıkkınlık gelir, insanları bıktırırsınız, ilgi azalır, sıkıntı yaşanır. Bu yüzden iyi organize etmek lazım, spor hem bedenin gelişmesinde hem ruhun ve fikrin gelişmesine bir aracıdır. Onun için ben sporu önemsiyorum. Şehrimizin böyle bir yatkınlığı var. İnsanımızın böyle bir yatkınlığı var. Sporu asla bırakmadan devam etmemiz lazım.

Y.B – Küçük yaşlardayken Sakaryaspor'da stadyum girişinde turnikelere giren abilere 'Abi beni de önüne alır mısın, abi ben de gireyim' diye ricada bulunulurdu. Sana bakarlar, boyun uzunsa, biraz kiloluysan alamazlardı.

A.A – Boy olarak o turnikenin altındaysan geçiyordun. Oradakiler de müsaade ediyordu.

Y.B – Acayip bir kültür vardı. Umarız ki Sakaryaspor'umuz tekrar bugünlere dönmüş olur.

A.A – Sakaryaspor'un haricinde basketbol da çok önemli bir değerimiz… En alt ligden başladık, en üst lige kadar çıktık. Salonun halini bilenler bilir... Yaşlı teyzelerimiz gelir, maça kadar örgü örerdi. Maç başladı mı kalkıp takımı desteklerlerdi. Basketbol federasyonu da bundan çok memnundu. Bütün takımlar Sakarya'daki bu sevgiden memnundu. Çok küçük şeyler yüzünden bu değerlerimizi yitirdik. İnşallah şehrin yöneticileriyle bunu tekrardan planlarız. Bu şehir yalnızca futbolda değil her branşta en üstlerde olmayı hedefliyor ve çok ciddi alt yapılardan gelebilecek, başarılı olabilecek, hem Sakarya'yı hem ülkeyi dünyada temsil edebilecek gençlere sahibiz. Ben özellikle Sayın Valimizden, Sayın Büyükşehir Belediye Başkanımızdan şehirdeki diğer yönetici kardeşlerimden, abilerimden, arkadaşlarımdan özellikle istirham ediyorum. Spor futboldan ibaret değil, birçok spor dalı var. Bakın, bir bayan voleybol takımımız var. Ömer kardeşim sponsor arıyor. Çok da büyük paralar söz konusu değil. Bu şehir 6 milyar dolar ihracat yapmış bir şehir... 280 bin civarında çalışanı olan bir şehir... Bu şehir bunları karşılayabilir diye düşünüyorum ama pandemi süreci bazı şeyleri böyle olumsuz etkiledi. İnşallah önümüzdeki dönemde kültürüyle, sporuyla, yaşamıyla özellikle her anlamda üretimiyle Türkiye'ye ve dünyaya örnek olacak bir şehir olacağız. Ben yeni valimiz de geldiğinden beri görüşüyorum. Valimiz de bu konulara çok sıcak... Sakarya için çok iyi şeyler yapmaya niyetli... Çok ciddi elektrik aldık, sıcaklık hissettik kendisinden. Keza Ekrem Başkanımız ile de doğru işler yapacağımıza eminim. İyi olacak inşallah…

Y.B – Başkanım, çok teşekkür ederim.

A.A – Ben teşekkür ederim.

Video Prodüksiyon Ekibi – Başkanım, biz de Video Prodüksiyon işlerinde insanlar olarak Sakarya'da böyle bir şey düşünülüyor mu? Bir alan açılacak mı? Bununla ilgili yetişmiş gençler de var. Aramızda kardeşlerimiz var. 3-4 yıl İstanbul'da setlerde yetişmiş insanlarımız var. İzmit'te bir plato var, orada birçok iş imkanı var. Oyunculuk isteyenler oyuncu oluyor, sette görev yapmak isteyenler sette görev yapıyor. Sakarya'da da buna alt yapı olarak hem girişimcilik noktasında, bu altyapıya sahip arkadaşlar var ama böyle bir ortam yok.

A.A – Planlamayla ilgili bir şey. 5 ekosistem. 5 ekosistemin bir tanesi de 'Kültür ve Turizm' Kültür bizim olmazsa olmazımız olmalı... Biz Sakarya için üreten bir şehir olmalıyız ama bir taraftan da kültür ve sanat üreten bir şehir de olmalıyız. Bunun için ciddi bir hazırlık yapmalıyız, alt yapımızı hazırlamalıyız. Kültür bizim olmasa olmazımız olmalı. Mesela büyükşehir belediyemizin eski spor salonu karşısında kültür merkezimiz vardı. Deprem sıkıntısından dolayı yıkıldı. Bana kalırsa, oraya acilen bir kültür merkezi yapılmalı. Büyükşehir Belediyemizin ana projelerinden biri olduğunu biliyorum. Ben de Başkanımdan özellikle rica ediyorum. Bu döneminde kültür merkezinin bitmesini ve Sakarya kültürüne, sanatına bir üs inşa etmesi gerektiğine inanıyorum. Bu konuda biz elimizden ne gelirse yapmaya hazırız. Bir planlama yapılmalı… Şehirde kültüre bağlı sosyal yaşamda bazı eksiklikler olduğunu biliyorum ama İstanbul'a yakınlığımız çok büyük dezavantaj. İnsanlar bu ihtiyaçlarını çok kısa bir yol olduğu için süre olarak zaman olarak İstanbul'a giderek çözüyorlar. Böyle alt yapılar olduğu müddetçe bu sıkıntıyı bu şehirde de değerlendirebiliriz diye düşünüyorum. Kültür merkezi sayımızı kültürle sanatla ilgilenen insan sayımızı arttırmalıyız.

Y.B – Sayın Başkanım, çok teşekkür ederiz. Çok memnun olduk. Hakikaten ufuk açıcı şeyler söylediniz.

A.A – Estağfurullah elimizden geleni, aklımızdan geçeni anlatmaya çalıştık.