Dün gece saat iki sularında elektrikler kesildi. Bir anlık merakla pencereyi açıp dışarı baktım. O an gözüm gökyüzüne kaydı. Karanlığın içinde parlayan ay ve yıldızlar, öyle bir güzellik sergiliyordu ki insanın ruhunu bir anda sarıyordu. O manzara beni çocukluğuma, köy yıllarıma götürdü.
Köyde büyüdüm ben. Kış bastırıp havalar soğuyana kadar dışarıda, ranzalarda gökyüzüne bakarak uyurduk. O serin gecelerde yıldızların arasından geçen yıldız kaymalarını seyreder, bazen hayaller kurar, bazen de sessizce gökyüzünün derinliğinde kaybolurduk. Dün gece gördüğüm manzara işte o günleri hatırlattı, içimi tarifsiz bir duygu kapladı.
Çocukluğumuzda geceleri cebimizde küçük el fenerleri taşırdık. O zamanlar ne telefon vardı, ne televizyonun büyüsü. Elektrikli alet edevatın, teknolojinin esaretinden uzaktık. Belki imkânlarımız kısıtlıydı ama hayat daha doğal, daha sağlıklı ve en önemlisi daha sadeydi. Mutluluk bu sadeliğin içinde gizliydi.
Bugünse tam tersi bir dünyada yaşıyoruz. Sürekli bir koşturma, sürekli bir telaş... Bir yerlere yetişmeye çalışıyor ama çoğu zaman aslında nereye koştuğumuzu bile bilmiyoruz. İnsanlar daha çok şeye sahip oldukça mutlu olacaklarını sanıyor ama mutluluğun sırrı hiç de öyle değil.
Mutlu olmak için aslında çok şeye gerek yok bence. Allah’ın bize verdiği sayısız nimet var. Bazen bir nefes, bazen gökyüzünün ihtişamı, bazen de içten bir tebessüm en büyük zenginliktir. Eksik olan 1 şeye odaklanıp elimizdeki 99 nimeti görmezden gelmek yerine, elimizde olanlara şükretmeyi bilmek lazım.
Belki de zaman zaman elektriklerin kesilmesi, teknolojinin bizi terk etmesi gerekiyor ki gerçeği yeniden hatırlayalım: Hayatın özü sadelikte, huzurda ve şükretmekte saklıdır.
Saygılarımla
İbrahim Soltani