Şiki Şiki Baba
Sütü Seven Kamyon Şoförü…
82’nin tüm yurdu esir alan soğuklarından sonra bahar sıcacık sarmalamıştı nihayet hepimizi. Can dostum Feliçita Mayıs, yerini şımarık ama dindar Hazirana bırakmıştı. Haziran en şımarık aydır. Neden mi? Bir ısıtır bir ıslatır da ondan. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynar çocuklarla.
Hatırlasanıza güneşin altında oynarken birden bastıran yağmurla nasıl sırılsıklam olduğunuzu, düşen olgun dutların çatılardaki pat pat sesini, kurumuş çamaşırları yağmurdan kaçıran telaşlı anneleri, rahmetle yıkanmış leylakların bayıltıcı kokusunu, saçak altlarındaki ıslak kedilerin ahmak bakışlarını…
Hatırlayın kaçak göçek Haziranları, cee deyip kaçan sıcakları, soba yaktıracak kadar donduran soğukları, bir sıcak bir soğuk, bir güneş bir bulut. Sonra hiçbir şey olmamış gibi yeniden güneş, yeniden gökkuşağı, yeniden kedi, yeniden… Ahh Haziran, seni şakacı seni!
O sene, Haziran, bir güneşli bir yağmurlu günleri yetmezmiş gibi bir de oruçla terbiye etmeye kararlıydı çocukları. Olsun… Hayat bir imtihan değil miydi zaten?
..şikişiki baba
hayni hayni yaba
helik melik duni
gel fakiri yaba…
Ne demek olduğunu anlamadığımız bu şarkı o yaz bütün çocukların dilindeydi .Misket, çelik çomak, sek sek… Oruçlu olduğumuz için aç olan karnımızı oyunla doyuruyor, bir yandan da neşeyle bu şarkıyı söylüyorduk. Şiki şiki babayı 80’lerde Dursun Çiçek plağa okumuş, Ferdi Tayfur meşhur etmişti sonraları Kemal Sunal’ın bir filminde görünce ne gülmüştük ama…
O günlerde gazetelerde Türkiye’nin Fransa’dan Yılmaz Güney’in iadesini istediğini okumuştum. Kastelli yurtdışına kaçmış, Karaoğlan iki ay hapis cezası almıştı. Çocuklar için her şey yolundaydı doğrusu da ülkeyi bilemem…
Yağmur yıkıyordu sokakları, çocuk kalbimizi de şarkılar…
Şiki şiki baba. Ahh Haziran,seni şakacı seni!
*****
O sabah erkenden bizim kapıdaydı arkadaşlar.
-Koş koş dediler.
–Boş lojmana Fransızlar taşınmış!
Sarı Durak’tan yokuşu çıkarken soldaki lojman aylardır boştu ve daha dün akşam arkadaşlarla teftiş etmiş, bahçesinden erik ve çam fıstığı toplamıştık. Pijamalarımı bile çıkartmadan kapıdaki şipidik terlikleri geçirdiğim gibi koştum peşlerinden. Merakla girdik bahçe kapısından. Evin girişinde bir iki bavul vardı sadece .
Bizim yaşlarda, pembe yanaklı, saçları kahküllü (San Fransisco Sokakları dizisindeki Pördi gibi..) bir kız çocuğu hafifçe gülümsedi.
-Merhaba! dedim. İçinde bolca –lö,vu,par,vıy –geçen bir şeyler söyledi. İçeriden yumuşak bir erkek sesi geliyordu. Daha ne millet olduğunu anlamadığım kızı tepeden tırnağa incelerken çok güzel, zarif, sarışın bir kadın geldi kapıya ve
- Stefanié! dedi. Yeni arkadaşımın adını annesinden öğrenmiştim. Stefani… Şarkı gibi bir isim değil mi?
Her gelene yeni arkadaşımı tanıştırırken gururluydum tam da kendime yakışanı yapmış beynelmilel bir arkadaş çevresi edinmiştim. Şimdilik sadece Stefani ile sınırlı ama olsun…
Ahh Beynemilel… Bu kelimeyi ilk duyduğumda dua sanmıştım. O günlerde büyükler yasaklı kelimelerden bahsediyorlardı. Şarkılar gibi kelimeler de sansürleniyordu TRT de. “Özgürlük, ulus, anı devrim yasak “diyordu haberlerde spiker Mesut Mertcan. Anı… Anı da yasaklanır mı diye söyleniyordum kendi kendime…Beynelmilel yasaklanmasa bari, çok zor ezberledim!
Stefani daldan bir erik uzatıyor, ne güzel beynelmilel bir arkadaşlık…
Stefani kendine gösterilen ilgiden memnun , bize Fransızca bir şeyler anlatırken bu kez üç dört yaşlarında bir erkek çocuk çıktı bahçeye . Stefani hemen kardeşinin elini tuttu , yanımıza getirirken ona anlamadığımız bir şeyler söyledi. Tek anladığımız çocuğun adı oldu: Jomaği (yumuşak ğ yi gırtlağınızda hissederek okuyunuz!)
Stafani ve kardeşi Jomagi bir anda sokağımızı şenlendirmişti. Beraber çam fıstık topluyor, ip atlıyor, gazoz kapağı oynuyorduk.. Deniz ve Nurdan onlarla daha iyi anlaşıyorlardı zira Deniz evden Fransızca sözlük getiriyor, söylemek istediği kelimeyi lügatten Stefani’ye gösteriyordu. Fransız kardeşler bizim neden su içmediğimizi ya da topladığımız erikleri neden yemediğimizi anlamıyorlardı. Oruçtan falan haberleri yoktu.
–Amannn boşver anlatmasak da olur-deyip gülüşmüştük arkadaşlarla…
Günler geçtikçe Stefani bizden biri olmuştu. Canı sıkılınca yüzümüze tükürse de, bulduğu her yere çişini yapsa da bizden biriydi artık. Bir de baktık ki o da bizimle ip atlıyor, elma şekeri yiyor, çekirdek çitliyor. Ama en güzeli Türkçe şarkı söylüyor hem de ne şarkı!
Şiki şiki baba…
Stefani’nin annesi mutfaktayken hep şekerleme kokusu bir de plak sesi geliyordu ve hep aynı şarkı:
Si tu savais combien je t'aime
Tu comprendrais que déjà
Sütü Seven Kamyon Şoförü…
Tabii ki sözler Fransızcaydı ama sanki Türkçe böyle diyordu. O günlerde pek moda olan bu şarkı dillere pelesenk olmuş birden şiki şiki babayı bize unutturmuştu. Hemen hepimiz” sütü seven kamyon şoförü” diyerek sokaklarda dolaşıyor, İtalyancadan sonra bir dil daha öğrenmenin haklı gurunu yaşıyorduk.
Ben bu kadife gibi sese hayran olmuştum ve her duyduğumda bir gün Fransa’ya yerleşme hayalleri kuruyordum.
Ahh sütü seven kamyon şoförü, ahhh Je t'aime Paris !
*****
Ama…
O pazar sabahı şahit olduğum sahneyle beynimden vurulmuşa döndüm. Şakacı Haziranın sahurda başlayan yağmurları küçük gölcükler oluşturmuştu engebeli asfaltta. Yokuş aşağı akan sularda yüzen çer çöpü takip ederek Stefanilerin evine gittik arkadaşlarla. Bahçe kapısından süzülüp zile bastık ama nafile açan olmadı. Bu arada arka bahçeden kahkahalar ve çocuk sesleri geliyordu. Merakla garaja saklanıp bakıyorduk ki…Aman Allahım !Ne görelim!
Stefani, Jomaği, zarif anne, uzun boylu baba , bahçede çimenlerin arasında bir şeyler arıyor bulunca da kahkahalarla ağızlarına atıyorlardı. Daha büyüklerini bulunca dans ettikleri de oluyordu. Ne mi yiyorlardı? Salyangoz diyerek olayı sevimli hale getirmeye çalışamayacağım. Sümüklüböcek!!!
Mide bulantıları ve kahkahalarla Lokalin bahçesine dar attık kendimizi. Hem sümüklüböcek yediklerine inanamıyor hem de bu gördüklerimizi herkese anlatmak için sabırsızlanıyorduk. Lokalden tava yoğurdu almak için girdiğimizde yine aynı şarkı çalıyordu mutfakta.
Şiki şiki baba… Birbirimize baktık …Bundan sonra her sümüklüböcek gördüğümüzde Stefanileri ve bu şarkıyı hatırlayacaktık…Şiki şiki baba!
Hayır! Benim Fransa hayallerimi bir sümüklüböcek yıkamayacaktı. Eve koştum , atlasımdan Fransa’yı Paris’i buldum, çizgisiz dosya kağıdına camda kopiş çekerek haritayı çizdim, kurşun kalemle boyadım ve dolabıma uhuyla yapıştırdım…Şimdi hayal olabilirdi ama bir gün gerçek olacaktı.
Şarkıdaki gibi,
tant de désirs me font rêver /Arzular benim rüyalarımdır…
Ahhh Paris…
*********
Günler hızla geçiyor, Kur’an kursu çıkışımızda Stefani’nin annesi ve babasını Lokaldeki ağaçların altındaki mavi banklarda sık sık öpüşürken görüyorduk. Hemen yüzümüzü ellerimizle kapatıyor, tövbe ediyorduk. Küçük Ev’ deki Loura’nın babası Charles İnglas bile öpmemişken karısını… Pes yani! Anneler de fısıltıyla çardak altlarında otururken ya da çöp atarken bunu konuşuyordu biz söyleyince de- sus terbiyesiz- diye azar işitiyorduk.
Bir kaç ay sonra geldikleri gibi aniden sokağımızdan gitti Stefani ve ailesi. Sanırım 80’lerde Türk-Fransız mühendislerin görev aldığı bir demir yolu projesi için gelen babasının görevi bitmişti. Giderken vedalaştık mı, sarıldık mı, yoksa bir sabah birden bire dolu bulduğumuz lojmanı yine bir sabah boş mu bulduk hatırlamıyorum. Boş evde onlardan kayda değer bir iz yoktu, yerlerde Fransızca dergi sayfaları, mutfakta boş konserve kutuları ve salonda kırık bir plak. Kırılan tek şey, üzerinde uzaklara dalmış esmer bir adam resmi ve Christian Adam yazan plak değil benim kalbimdi sanki. Hayallerim, geleceğim…
Stefani şimdi nerededir? Belki bir siyasetçi olmuştur belki öğretmen, belki bir seyyah. Acaba Türkiye’yi, sokağımızı hatırlar mı? İsimlerimizi, oyunlarımızı?
Yıllar sonra Paris’ten bir kongre daveti alınca bir film şeridi gibi bunlar geçti aklımdan. Bir zamanlar bir kız çocuğunun hayallerini süsleyen Paris neden şimdi cezbetmiyor beni? Belki de çocuk kalbimiz hayallere inandığı için çocuktu ve biz onun için mutluyduk.
Car la vie nest plus la meme /Çünkü hayat aynı hayat değil…
Oysa şimdi hayat . Yorucu, karmaşık ve yavan…
Bize bir hayal lazım. Paris gibi. Yanına da bir beynelmilel yol arkadaşı. Sütü seven kamyon şoförü gibi .
Ve.…Sığınmalıyız yüreğimizi ısıtacak, gülümsetecek,- iyi ki söylemişiz be! dedirtecek şarkılara.
Mesela,
Şiki şiki baba…