Radyo Mega Play Radyo Mega Pause
havadurumu 23° Adapazarı
Sabah
03:24
Öğle
13:07
İkindi
17:06
Akşam
20:41
Yatsı
22:31

Sultan-ı Yegah

Kaynak: Adatavır Haber Ajansı
Yazarlar/Köşe Yazısı
02.02.2021
Yazıyı Yazdır

 

“Şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın”

Radyodan gelen bu şarkı  odayı  kuşatmasa  ben bu gece dolunay olduğunu unutmuştum bile. Kitabı elimden atıp seslendim.

  • Gelin  dolunaya bakalım .
  • Dolunay mı ?

Onların  ilk kez dolunay seyretmek için dışarı çıktığına adım kadar eminim. Yok , onların  şu sımsıkı kenetlenmiş elleri  kadar eminim. Yok yok , onların  şu  sımsıkı kenetlenmiş ellerindeki tutmuş sıcacık parmakları kadar eminim. Hatta onların şu  sımsıkı kenetlenmiş ellerindeki  sıcacık parmaklara şahitlik eden  dolunay kadar eminim.

 İkiletmediler. İkiletmeyen sevgi ne güzel . İtaaatkar, zarif , kar kristali gibi ışıldayan sevgi ne güzel. Kış  gecesinde parlayan yıldızlar, bir dolunay gibi kalbe  düşen  sevgi ne güzel.

Çıktık ve göremedik. Çatı geldi önümüze. Olsun .Yüreyelim dedim. Karda üşüyerek elele yürüdük.

Dolunay  saçlarımıza değecek kadar yakın ama puslu. Sanki  üstüne  gri - beyaz  bir örtü serilmişti bulutlardan. Bak ne güzel derken usulca çekiliverdi örtü ve başladı saltanatı sultan-ı yegahın .

Öylece baktık aya, dolunaya. Bir daha bakar mıyız bilmem. Bir daha bizimle  bakar mı ? Kim bilir . Bir başkasıyla bakar mı ? Kara sevdalı sularda belki.

“Yansıyan yaslı gülüşmelerdir karasevdalı suda
Bülbüller kırılır umutsuzluktan yalnızlık korusunda”

Üşümüştük. Yine de seyrettik. Gökyüzünün bu  mucizesini, dönme dolaba  son anda  bedava bilet bulmuş   çocuklar gibi neşeyle   seyrediyorduk .  Sadece bir seyir değil aslında gizli bir eylemdi yaptığımız. Geçmiş acılara,  gelecek ayrılıklara, karanlığa birlikte  baş kaldırıyorduk. Üşüyerek, kardan ıslanarak , dolunayı seyrederek.

 Sıcak koltuğundan kalkıp, aman boş ver şimdi demeden , telefonu, televizyonu bırakıp  gece sokağa çıkmak da bir başkaldırı değil mi yeni dünyada ?

Dolunaylı bir gecede  kış uykusundan uyanır gibiydik. Sıradan bir günün sonunda,  sıradan bir günü olağan üstü hale getirmiştik . Alt tarafı evden  on metre uzaklaşmıştık ama  dünyanın en büyük meydanında tarihin en kalabalık eylemi bitmiş , herkes dağılmış da bir biz kalmış gibiydik  başımız dimdik , yumruklarımız havada… Yüreğimizde nefret değil sevgi, dilimizde sloganlar değil şarkı vardı:

“Eylem dağılmış gönül tenha çalgılar kış uykusunda
Ölümün tartışılmazlığı nihayet anlaşılsa da
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın”

***

Yazıyı okurken mırıldanmaya başladığınız şarkı 80’lerde güzel ülkemde fırtına gibi esmişti. Attila İlhan’ın  bu eşsiz dizelerini şiire adını veren sultan-ı yegah makamında  besteleyen Ergüder Yoldaş , eserini eşi Nur Yoldaş’a okutmuştu. Darbeden sadece bir yıl sonra çıkan şarkıyı , TRT,  sözleri nedeniyle  önce yasaklamış sonra  da bir şartla izin vermiş diyorlardı:

-Sultan- ı Yegah  değil Sultan-i Yegah olarak yeniden okunacak !

Bir harf için şiir neden yasaklanır anlamamıştım. “I” da olurdu “i” de,  benim için fark etmezdi. Herkes gibi  ben de ezberlemiştim şarkıyı.

Derken bir duyduk ki Ergüder Yoldaş , Nur Yoldaş’dan  ayrılmış, köprü altlarında yaşamaya başlamış, sonra da  Büyükada’da  naylon kaplı bir kulübede bulmuşlar.  Sanırım  93 ya da 94’de Uğur Dündar kendisiyle   röportaj yapınca bütün Türkiye yeniden bu  adamı konuşmaya başladı.

Saçı sakalı birbirine karışmış, tanınmayacak haldeki sanatçı için Bakırköy’e yatırılsın diyenler çoktu. Oysa o ne  İzmir ‘i istiyordu , ne İstanbul ‘u. Kendi saltanatını kurduğu  kulübesinden sadece denizi seyretmek istiyordu.

Kaloriferli bir daire değil kulübe isteyen , tedavileri ve medeniyeti reddeden  Yoldaş’ın bildiği,  bizim bilmediğimiz şey neydi acaba bu dünyaya dair? Dönüp arkasına baktığında kimin yaşantısıydı gördüğü ?

Bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak
Çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak

Kendi yaşantısını geride bırakmak  isteyeceği, başkalarının yargılarına göre değil kendi doğrularına göre yaşamak isteyeceği gerçeği  kimsenin hoşuna gitmemişti . Madem bizim gibi yaşamıyordu o zaman  yargılanabilirdi:  Delirmişti!  

Su yasak rüzgâr yasak açık kapılar yasak
Belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak

 

Kimseye benzemeyen bu adam belki de  yasakları sevmiyordu.  Suyu çeşmeden değil denizden içmek , ısınmak değil üşümek ,  kapıdan insanları değil rüzgarı buyur etmek, yasakları yasaklamak istemişti sadece . Belki de kaçarak unutmak istemişti. Belki de kaçarak  hatırlamak. Kim bilir ?  Ne çare, bir adada delirmeyi de, kaçmayı da  yasaklıyordu yasaklar!

Kaçarak da hatırlayabilir insan.  Hatta kaçarak daha çok hatırlar.  Kaçmak da bir eylemdir aslında hatırlamak da.  Bir şarkıyı bir şiiri hatırlarsın ve bir eylem başlar yüreğinde.

 Sultan-ı Yegah , 81’de bestelenmiştir, şairi de bestecisi de göçmüştür.

Sen 2021 ‘de, yasaklı, karlı bir gecede, evinin önünde  bir eyleme katılırsın sadece üç kişilik.

Dolunay vardır ,  Ada’da bir zamanlar “Ergüder Yoldaş ‘a Gider” yazan  ahşap tabelanın olduğu yokuştan çocuklar kaymaktadır.

Bestecisinin ölüm yıl dönümüdür üstelik  ve sen  şamdan gibi yıldızlarla donanmış gökyüzünü seyrederken  mırıldanırsın;

Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın…

 

 

Şiir: Attila İLHAN  (15 Haziran 1925 - 10 Ekim 2005)

Beste : Ergüder YOLDAŞ  ( 6 Haziran 1939 – 25 Ocak 2016)

Yorumlar 1
Feride 21.03.2023 12:50:46
Kaleminize sağlık. Sanatın insanın yaşamından doğması, o insanları yansıtması... İnanılmaz bir tılsım hrran yaşıyor.