MHP Genel Başkan Yardımcısı, Doç. Dr. Mehmet Günal, MHP Sakarya Milletvekili Zihni Açba ve MHP Sakarya İl Başkanı Levent Bülbül'ün basın toplantısı Ottaman Otel’de yapıldı. Basın toplantısında konuşan Günal: “Hayırcıların tek adam iddiası tamamen saçmalıktır” dedi.

İŞTE GÜNAL’IN O AÇIKLAMALARI

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi olarak, başta anayasa referandumu ve “evet” kampanyasının değerlendirmesi olmak üzere, gündemdeki gelişmeleri değerlendirmek ve teşkilat yöneticilerimizle istişarede bulunmak amacıyla  düzenlemiş olduğumuz istişare toplantısına katılmak amacıyla, Sakarya  milletvekilimiz Sayın Zihni Açba ve MYK üyemiz Sayın Musa Küçük ile birlikte Sakarya ilimizde bulunuyoruz. MHP bugün itibarıyla 35’den fazla ilimizde gerçekleştirdiği istişare toplantılarına bu hafta sonu da devam etmektedir. Bu basın toplantısının ardından istişare toplantımızı ve bazı kuruluşlara ziyaretlerimizi gerçekleştireceğiz.

Ben öncelikle siz basın mensuplarına ve bizleri sizlerle buluşturan; başta il başkanımız Sayın Levent Bülbül olmak üzere, tüm yöneticilerimize ve katılımcılara teşekkür ediyorum.

Değerli Basın Mensupları,

Türk milleti üst üste felaketler yaşıyor. Türkiye Cumhuriyeti her yönden korkunç ve dış destekli bir terör kuşatması altındadır. Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’nin tabiriyle “artık bıçak kemiği delmiş, sabır taşı çatlamış, tahammül eşiği geçilmiştir.” Yurtiçinde farklı terör örgütlerince çeşitli illerimizde ve değişik tarihlerde düzenlenen hain saldırılar sonucu verdiğimiz şehitlerin ardından, ülkemize sınır dışından gelen terör tehditlerini bertaraf etmek üzere Fırat Kalkanı harekatında görev yapan çok sayıda askerimiz de şehit olmuştur. Tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun, Türk Milletinin başı sağ olsun.

Sistematik cinayetler ve infial dalgasına yol açacak terörizm eylemleri ile ülkemiz köşeye sıkıştırılmaya, bölgesel ve küresel planda eli zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Tüm bu düşmanca gelişmelere rağmen, Türkiye bu zor günleri aşacak, saldırıları göğüsleyip püskürtebilecek güçtedir. Hayasız komplolar, hain tuzaklar, menfur terör saldırıları Türkiye Cumhuriyeti’ni yolundan döndüremeyecek, terör örgütleri ve arkalarındaki çevreler amaçlarına ulaşamayacaklardır.

KANDİL’DEN AFRİN’E TERÖR KORİDORU TAMAMEN TEMİZLENMELİ

Suriye’de ve Irak’ta yaşanan gelişmeler uzun süredir ülke gündemini meşgul etmektedir. Ülkemizin hemen sınırlarının ötesinde yıllardır süren bir kaos ve iç çatışma vardır. Gerek Irak gerek Suriye’de yaşanan çatışmalar hem ülkemizin güvenliğini, hem bölge ülkelerini tehdit eder hale gelmiş, hem de artık tahammül edilemez bir insani dramın ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Bu durumun bize göre iki kaynağı vardır ve söz konusu iki kaynak kurutulmadan bölgeye barış ve huzurun gelmesi mümkün değildir. Bu iki terör ve çatışma kaynağı PKK/PYD ve IŞİD’tır.

Aslında Sayın Genel Başkanımız 6 Ağustos 2012 tarihinde bu tehlikeye işaret etmiş ve şöyle demiştir:

“Ülkemize yönelen tehditleri en aza indirmek amacıyla; batı ucu Afrin’i ve doğu ucu da Kandil’i içine alacak biçimde tesis edilecek hilal şeklindeki güvenlik kuşağı bir an önce sağlanmalı ve icra edilmelidir.”

 “Irak ve Suriye başta olmak üzere, bölge ülkeleri küresel vesayeti reddetmeli, insan varlıklarını ve coğrafi bütünlüklerini müdafaa edecek basiret, cesaret ve dirayeti gösterebilmelidir.

Ortadoğu’nun haritasını yeniden çizmek için kolları sıvayan, yeni devletler kurmak için fırsat kollayan çevrelere, lobilere, silah ve terör baronlarına karşı herkes uyanık olmalıdır. Türk devleti, Misak-ı Milli’nin sınır boyunca sahnelenen fitne kampanyasına karşı tüm milli güç unsurlarıyla göğüs germelidir.”

Kısacası, güvenli bölgenin tesisini daha 2012’de öneren Sayın Bahçeli’nin ne kadar uzak görüşlü olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır.

MÜTTEFİKLERİMİZ TERÖR ÖRGÜTLERİNE SİLAH VERİYOR

Bilindiği üzere, müttefiklerimiz Suriye’de yaşanan iç savaşın içinde bir başka iç savaş yürütmekte ve yıllardır Türkiye’ye saldıranların taşeronu olarak kullandığı PKK’ya ve onun Suriye’deki uzantısı konumundaki PYD-YPG-YPJ’ye destek vermektedirler. DSG adı altında terör örgütü PKK’ya IŞİD’le mücadele ediyor bahanesiyle destek veren müttefiklerimizin silahlandırdığı unsurlar sınırlarımızın içinde askerimize polisimize ve vatandaşlarımıza yönelik kanlı saldırılar yapmakta onların verdiği mühimmatları ve silahları kullanarak Türkiye’yi Irak ve Suriye’ye çevirmeye çalışmaktadırlar.

ABD’nin yeni başkanı Trump tarafından PKK-PYD-YPG’ye zırhlı araç, silah, mühimmat dağıtımının hızlandırılması ve hatta tank verilmesi; Rusya ve ABD arasındaki dar alandaki paslaşmalar elbette soğukkanlılıkla ve milli duyarlılıkla yorumlanmalıdır.

Aslında Ortadoğu’da haritaların değişeceğini söyleyenlerin asıl hedefinin Türkiye olduğu, gerek 2011’den sonra yaşananlar, gerekse 15 Temmuz darbe girişimi neticesinde bütünüyle ortaya çıkmıştır. Türkiye bir taraftan IŞİD, diğer taraftan ise PKK ile istikrarsızlaştırılıp bir iç savaşa sürüklenmek istenmektedir. Bunun önlenmesi için de sınırlarımızın dışında yuvalanan bu terör yapılarının yok edilmesi icap etmektedir.

Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu ile IŞİD’le mücadele etmesi bu planı boşa çıkartmak için yeterli değildir. Suriye’deki istikrarsızlık nedeniyle müttefiklerimizin de desteğini alarak kendisine kukla bir terör devleti kurma hayali peşinde koşan PKK’nın bütün terör yuvalarının, Fırat’ın doğusu-batısı gibi bir ayırma gitmeden yok edilmesi gerekmektedir.

Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu bir kez daha göstermiştir ki, IŞİD ile mücadele ettiğini söyleyen aktörlerin hiç birinin gerçek niyeti IŞİD’i ortadan kaldırmak değildir; IŞİD ve PKK’yi bir kaldıraç gibi kullanarak bütün bölgeyi istikrarsızlaştırmaktır.

Suriye’de ve Irak’ta yaşanan gelişmelerden de anlaşılacağı üzere, ülkemizin iç ve dış sorun alanları gittikçe karmaşıklaşmakta, gün be gün genişlemektedir.

Birleşik Krallık May ve Almanya Başbakanı Merkel’in ziyaretlerinin hemen ardından CIA Başkanı, ABD Genelkurmay Başkanı ve Silahlı Kuvvetler Komitesi Başkanı Senatör Mc Cain Türkiye’ye gelmiştir.

Bu ziyaretler ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Körfez ülkelerine ziyareti ile Başbakan Yıldırım’ın Münih’te yaptığı ikili görüşmelerinin yanı sıra, Membiç’de son günlerde yaşanan çatışma ve gerilimler,  Türkiye ve Ortadoğu’nun ilerleyen günlerde kritik gelişmelere gebe olduğunu ve Ortadoğu’daki son olayların masada olduğunu göstermektedir.

Küresel siyasetin nabzı, bölgesel denge arayışlarının ağırlık merkezi olan Türkiye’de atmaktadır. Ülkemizin içinde olmadığı, onay vermediği, desteklemediği küresel ve bölgesel siyaset planlamalarının yaşama şansı yok denecek kadar zayıftır.

KIBRIS VE EGE ADALARI KONUSUNDA OLDU-BİTTİ KABUL EDİLEMEZ

Öte yandan, Kıbrıs müzakereleri de Rum liderin toplantıyı terk etmesi sonucu akamete uğramıştır. Bize göre, vatan toprakları üzerinden müzakere yapan KKTC heyetinin hangi çevre ve emellere hizmet ettiği bellidir.

Bilinmelidir ki Kıbrıs, Türkiye'nin en önemli milli davasıdır. Türkiye'nin Kıbrıs üzerinde kurucu anlaşmalardan kaynaklanan vazgeçilmeyecek ve tartışılmayacak ahdi hak ve yükümlülükleri bulunmaktadır. Siyasi çözüm kapsamında Türkiye'nin etkin ve fiili garantisinin aşındırılması ya da olumsuz etkilenmesi hiçbir şart altında kabul edilmeyecektir.

MHP Kıbrıs'ta tek gerçekçi uygulanabilir ve yaşayabilir çözümün; iki bölgeli, iki milletli ve iki devletli bir ortaklık yapılanmasına dayanması gerektiğine inanmaktadır.

Kıbrıs'ta Rum tarafının çekilmesiyle akamete uğrayan müzakerelerin; Türkiye'nin kırmızı çizgilerini ortadan kaldıracak, Kıbrıs Türklüğünü azınlık statüsüne indirerek adadaki varlığını tehlikeye atacak, iki kesimlilik ve siyasi eşitlik anlayışını zayıflatacak bir düzlemde sürdürülmesi asla kabul edebilir bir durum değildir. Kıbrıs'ta Kıbrıs Türkünün 1974 öncesi şartlara zorlayacak hiçbir oldu bitti kabul edilmemelidir. Türk vatanını terk etmek doğru değildir ve Kıbrıs'taki Türk toplumunun aleyhine yapılacak herhangi bir anlaşmanın kabul edilmesi de mümkün değildir.

Kıbrıs’ın sancısı artarken, Ege Denizi ısınmakta, burnumuzun dibindeki ada ve kayalıklar Yunanistan tarafından oldubittiye getirilerek düşmanca istila edilmektedir. İki devlet Kardak üzerinde birkaç kez karşı karşıya gelmiştir. Yunanistan Savunma Bakanı Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst yönetiminin Ege’deki dik ve milli duruşuna hayasızca misilleme yapmıştır. Üstelik bu ülke, hain FETÖ’cüleri iade etmeyerek kimlerle el ele, kol kola olduğunu, aynı tutumuna geçmişte çok defa tesadüf edildiği gibi yine göstermektedir.

HAİN TERÖR ÖRGÜTÜ FETÖ’NÜN 15 TEMMUZ DARBE TEŞEBBÜSÜNÜ TÜRK MİLLETİ ENGELLEDİ

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye’yi tehdit eden bir diğer terör örgütü de FETÖ’dür. Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk milleti 15 Temmuz akşamı bu hain terör örgütünün alçak bir darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kalmıştır. Daha önce yaşadığımız hiçbir darbe veya darbe teşebbüsü bizleri 15 Temmuz gibi derinden sarsmamıştır. Bize göre bir işgal teşebbüsü olan 15 Temmuz kalkışmasında TBMM’yi bile bombalayan namussuzları Müslüman Türk milleti lanet ve beddua ile anacaktır.

Türkiye ile hesabı olan çevreler terörist başı Gülen'i koz olarak ellerinde tutmuşlardır. FETÖ'cüler kimin işine yarıyorsa silah gibi kullanılmıştır. Fetullahçı terör örgütü devletimizi ur gibi sarmıştır. Türk devletinin kritik noktalarına özenle yerleşmişlerdir. Bu kaleyi içten çökertme harekatıdır. Yıllardır din kisvesi altında üremiş, güçlenip ortaya çıkmak için uygun zaman aramıştır. Dinler arası diyalog uydurmasının yapılması da boşuna değildir. FETÖ'cü teröristler 3. bin yılda Asya'nın Hıristiyanlaşmasına hizmet etmiştir.

BATININ “ILIMLI İSLAM” DAYATMASI YERİNE “TÜRK MÜSLÜMANLIĞI KABUL EDİLSEYDİ 15 TEMMUZ YAŞANMAZDI

Türk-İslam Medeniyetinin temellerini atan ve akla ve ilme önem veren Türk Müslümanlığı anlayışı yerine, vahşi küreselleşmenin temsilcisi olan batının bize dayattığı “Ilımlı İslam” yalanının peşine takılmamış olsaydık; bunlar başımıza gelmeyebilirdi. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası yaşadığımız travmanın arka planında da bu anlayıştan uzaklaşmamız yatmaktadır.

15 Temmuz darbe kalkışmasının arka planını anlayabilmek için, ülkemizdeki din anlayışını ve din eğitimini gözden geçirmek gerekmektedir. Bu kapsamda, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın rolü ve yapısı sorgulanmalı ve yeniden yapılandırılmalıdır. Dinin hedefi insandır, dinin amacı insanın ahlaki olgunluğunu tamamlamasını sağlamaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı Atatürk’ün Genel Kurmay Başkanlığı ile birlikte kurdurduğu ve büyük önem verdiği bir kurumdur, bu kurumun dinimizin yüce prensiplerini ve birlik beraberlik ruhunu halkımıza benimsetmesi gerekiyor. Eğer İslam dinini hurafelerden, dogmalardan uzaklaştırarak, gerçekten anlatabilseydik subaylarımızın paşalarımızın bir vaizin peşine gitmesi mümkün olur muydu? Akademisyenlerimizi böyle kandırılabilir miydi?’ 2023 ve 2053 “Lider Ülke Vizyonumuza’’ erişebilmek; millî değerlerin yanı sıra, manevi değerlere de önem verip insanları eğitmekle mümkün olacaktır.

Kısacası, bir taraftan FETÖ terör örgütü üyelerini devlet kurumlarından temizlerken, diğer yandan bir daha bu tür oluşumlara prim verilmemesi için halkımızı eğitmeli ve bilinçlendirmeliyiz. Bu amaçla MHP olarak, alınması gereken önlemlerle ilgi destek olacağımıza söz verdik ve oluyoruz da.  

Kimse merak etmesin, yeri geldiğinde, haklı ve meşru sebeplerle hükümete elbette demokratik eleştirimizi yaptık, yaparız, yapmaya da devam edeceğiz. Fakat siyasi kan davalarından bu ülkenin çok çektiğini hepimiz tecrübeyle biliyoruz. Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli Beyin de belirttiği gibi, “bizim de fıtratımızda Türk milleti için gerekirse kefensiz toprağa girmek vardır, gerekirse Türk-İslam ülküsü için çile çekmek vardır, şartlar oluşursa dün olduğu gibi bugün de Allah’a can borcumuzu seve seve ödemek vardır.”

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye’nin gündeminde tartışılan başka bir konu da Anayasa değişikliği konusudur. Aslında 1982 Anayasasının kabul edildiği tarihten itibaren klasik bir parlamenter sistemden büyük sapmaları barındırması itibarıyla tartışma konusu olmuş, şimdiye kadar 100’den fazla maddesi değiştirilmiştir. 1982 Anayasası Cumhurbaşkanına geniş yetkilerin tanındığı, ancak bu yetkilere rağmen Cumhurbaşkanı için neredeyse hiç sorumluluk öngörmeyen bir Anayasa olmuştur.

2007 yılından itibaren ise konu bir başka boyutuyla daha tartışılmaya başlanmıştır. Zira 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde yaşanan ve kamuoyunda “367 krizi” olarak bilinen hukuk garabeti, CHP’nin müracaatı üzerine Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararla tescillenmiş ve bunun üzerine gerçekleştirilen Anayasa Referandumu ile Cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan seçilmesi kabul edilmiştir. Böylece geniş yetkilerine rağmen neredeyse hiç sorumluluğu bulunmayan Cumhurbaşkanlığı kurumu, “meşruiyet” açısından da orantısız olarak güçlenmiştir. Nitekim bu meşruiyet karmaşası, 2014 yılında doğrudan halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçildiği günden itibaren ortaya koyduğu siyasi tutum ve davranışları ile “fiili durum” tartışmalarını da beraberinde getirmiştir.

Öte yandan Irak ve Suriye’de yaşanan ve yaşanması muhtemel gelişmeler ile 30 yılı aşkın süredir devam eden PKK terörüne 15 Temmuz 2016’dan itibaren bir de FETÖ terörü eklenmiştir.

MHP ÇÖZÜM İÇİN İNİSİYATİF ALMIŞTIR

Türkiye’nin birçok iç ve dış tehdit unsuru tarafından abluka altına alınmaya çalışıldığı ve saldırıya uğradığı bir dönemde; Sayın Genel Başkanımız 11 Ekim 2016 tarihli grup toplantımızda; kimsenin yaklaşan tehlikenin farkında olmadığı kritik bir dönemde bir kez daha erken uyarı görevini yerine getirmiş ve konunun hayati önemine şu sözleriyle dikkat çekmiştir:

“Türkiye çok ciddi bir beka sorunuyla karşı karşıyadır. İç ve dış güvenlik sorunları giderek ağırlaşmakta, vatanımızı içine alan husumet çemberi giderek daralmaktadır. Bu kuşatmayı kırmak, ülkemizin huzuruna ve güvenliğine kast eden risk ve tehditleri ortadan kaldırmak hepimizin temel önceliği olmalıdır. Milli birlik ve beraberliğin titizlikle korunması gereken bir dönemdeyiz. Kemikleşmiş önyargıları ve kısır çekişmeleri bir kenara bırakmalıyız. Vatan ve millet sevdasıyla hareket edebilme basiretini muhakkak surette gösterebilmeliyiz. Türkiye hepimizindir, hepimizin ortak vatanıdır. Siyasi gündemde kronik çekişme ve çatışma konusu olarak duran temel sorunları bu anlayışla ele almak, ülkemizin önünü açmak ve geleceğini planlamak durumundayız. Bunların en önemlilerinden birisi de hatırı sayılır zamandır ülkemizi meşgul eden yeni Anayasa kapsamında derinleşen hükümet sistemi tartışmalarıdır”

Hükümet sistemi odaklı Anayasa değişikliği tartışmaları aslında, 2011 yılından itibaren neredeyse kesintisiz olarak devam etmiştir. Öyle ki bu tartışmalar, TBMM 24. Dönem Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda “en vahim” haliyle yaşanmış ve o dönemde sadece “hükümet sistemi” değil, Anayasanın “en tartışılamaz” hükümleri, tartışma konusu edilmiştir. Bu kapsamda;

Anayasanın hangi maddesinde “Türk” ibaresi varsa kaldırılması;
değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk 4 maddesi ve bu maddelerin odağında yer alan “Milli Devlet” ve “Üniter Devlet” ilkeleri;
42. maddesindeki “Türkçe’den başka hiçbir dil, eğitim öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” hükmü
“Türk Vatandaşlığı”nı düzenleyen 66. maddesi tartışılmıştır.
“yerel yönetimlerin özerkliği”ni yasaklayan “Mahalli İdareler” başlıklı 127. maddesi

tartışmaya açılmış ve AKP, CHP ve HDP tarafından bu maddelerle ilgili değişiklik önergeleri verilmiş, bazılarında da aralarında mutabakat sağlanmıştır.

Diğer yandan komisyon çalışmalarına paralel olarak AKP ile BDP arasında “çözüm” adı altında yürütülen “ihanet” sürecinde “Başkanlık – özerklik/federasyon” ve “Başkanlık - anadilde eğitim/savunma” pazarlıkları hissedilir bir boyutta gerçekleşmiştir.

11 Ekim 2016 tarihinden sonra ise MHP’nin yıllardır sürdürdüğü haklı ve kararlı duruşu sayesinde yukarıda sıralanan “en tartışılmaz” konular değil, sadece “netleştirilmesi” artık kaçınılmaz hale gelmiş olan “hükümet sistemi” eksenli bir süreç başlamıştır.

Bu süreç dâhilinde AKP tarafından 11 Kasım 2016 tarihinde, “Sisteme İlişkin Asgari Değişiklikler”e dair 12 maddelik teklif metni Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanlığı’na sunulmuştur. Söz konusu önerilere ilişkin olarak partimiz gerekli çalışmaları yapmıştır.

15 Kasım – 10 Aralık 2016 tarihleri arasında MHP tarafından görevlendirilen Mehmet PARSAK ile AKP tarafından görevlendirilen Abdulhamit GÜL arasında yürütülen müzakereler sonucunda; Anayasanın 18 maddesinin değiştirilmesinin yanı sıra, bu değişikliklerden kaynaklanan muhtelif maddelerde uyum değişikliği yapılması ile geçici madde ve yürürlük maddesi olmak üzere toplam 21 maddelik nihai teklif metni, 10 Aralık 2016 tarihinde AKP’li 316 Milletvekilinin imzasıyla TBMM Başkanlığı’na sunulmuştur.

Önemle vurgulamak gerekir ki Milliyetçi Hareket Partisi, yarım asra yaklaşan tarihinin her döneminde olduğu gibi bu süreçte de “önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” ilkesi doğrultusunda, “seyirci kalan” değil “inisiyatif alan”, “ideal-imkan dengesi”ni gözeten, “makul”, “etkili” ve “kritik” bir siyasi tutum sergilemiştir.

MECLİSTE “EVET” DİYEN MHP REFERANDUMDA DA “EVET” DİYECEKTİR!

Bu kapsamda, on sekiz maddeden oluşan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin ilk tur oylaması 9 Ocak 2017’de başlayıp 15 Ocak 2017’de bitmiştir. Kanun teklifinin ikinci turu ise 18 Ocak 2017’de başlayıp 21 Ocak 2017’de tamamlanmıştır. Cumhurbaşkanının 10 Şubat’taki onayıyla anayasa değişikliğinin 16 Nisan 2016 tarihinde referanduma götürülmesi suretiyle milletimizin karar ve onayına sunulması kararlaştırılmıştır.

Türk milleti, kader ve kederde birlik olmuş muazzam bir beşeri varlık olarak, kendisini doğrudan ilgilendiren hükümet etme sistemiyle ilgili son sözünü söyleyecektir. Bu demokratik kazanım ve fırsatın heba edilmemesi elbette herkesin, hepimizin sağduyu ve soğukkanlılıkla çalışmasına bağlıdır. Milliyetçi Hareket Partisi milli, ilkeli ve tutarlı bir siyasi anlayışın temsilcisi olarak, TBMM’de evet dediği anayasa değişikliği teklifine 16 Nisan’daki referandumda da aynı iradeyi göstererek evet tercihinde bulunacaktır. Bundan rahatsız olmak, bu irademize kara çalıp saptırmaya çalışmak öncelikle demokrasi hazımsızlığı, milliyetçilik karşıtlığıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin, Türkiye’nin yakın ve yoğun tehditlerle boğuştuğu bir dönemde, özellikle 15 Temmuz melanetinin enkazı henüz kaldırılmamışken duyarsız ve dağınık duruş sergilemesi, dahası kutlu davamızın mirasıyla ters düşmesi tabii olarak imkansızdır. Çok şükür, artık her konuda, Milliyetçi Hareket Partisi’nin ne düşündüğü, nasıl bir pozisyon aldığı, ne tür bir tavır takınacağı çok ciddi merak uyandırmaya, dikkat çekmeye, konuşulmaya başlanmıştır.

Bu durum partimizin başarısı olarak değerlendirilmelidir. Bizlere yönelmiş bu alaka ve ilginin Milliyetçi Hareket için kıvanç vesilesi olacağı gibi, aynı zamanda özgüvenli ve özenli olmamız gereken hususların arttığının da göstergesidir. Milliyetçi Hareket Partisi önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben anlayışını siyasetinin ağırlık merkezi yaparak yerli, milli ve ahlaki tercihini göstermiş, bundan sonra da göstermeye devam edecektir.

Türkiye’nin felaketten felakete koşmasını içten içe dileyip buna hizmet eden güruhun bizim karşımızda nifaktan blok oluşturması normaldir, beklenen bir tavırdır. Parti olarak dün söylediğimiz hiçbir sözden, hiçbir kararlılık ve kararımızdan esas ve ahlaken taviz vermemiz söz konusu değildir.

DEVLET, MİLLET, CUMHURİYET VE TÜRKLÜĞÜN BEKASI İÇİN: “EVET!”

Milliyetçi Hareket Partisi, meselelere başkent Ankara’nın görüş açısından bakan, dünyayı Türkçe okuyan, milletimize musallat olan musibetlere milli derinlikle ve şuurla yaklaşan Türk-İslam ülküsünün son kalesidir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizler, milletimizin taleplerini demokratik edep ve sorumluluk bilinciyle yerine getirerek hazırlanan bu anayasa değişikliğine; “millet için evet, devlet için evet, Cumhuriyet için evet, Türklüğün bekası için evet” diyoruz.         

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli Beyin de belirttiği gibi:

Sandıkta milli beka için Evet mührünü vuracağız.

Biz başkanlığa değil, Cumhurbaşkanı hükümet sistemine Evet diyoruz.

Biz Türkiye’nin diriliş ve toparlanmasına Evet diyoruz.

Biz Türk ve Türkiye düşmanlarının bozgunu için Evet diyoruz.

Evet diyecek, mahkemelerin tarafsızlığını sağlayacağız.

Evet diyecek, 18 yaşındaki gençlerimizin önünü açacağız.

Evet diyecek, büyüyen ve nüfusu artan Türkiye’nin 600’e çıkan milletvekili sayısını destekleyeceğiz.

Evet diyecek, TBMM seçim dönemi ile Cumhurbaşkanı seçim dönemini beş yılda bir ve aynı günde yapacağız.

Evet diyecek, Gazi Meclisimizin yasama yetkisini güvenceye alacak, daha da etkinleştireceğiz.

Evet diyecek, Meclisimizin denetim fonksiyonlarını güçlendireceğiz.

Evet diyecek, devlet yönetimindeki fiili zorlama ve açmazı bitirecek, siyaseti toplum sözleşmesinin sınırlarına çekeceğiz.

Evet diyecek, yasama, yürütme ve yargı arasındaki hatları kalın olarak çizeceğiz.

Evet diyecek, ilk kez Cumhurbaşkanı’na cezai sorumluluk getireceğiz.

Evet diyecek, yürütmeyi tek elde toplayıp devletteki karmaşa ve kafa karışıklığını sonlandıracağız.

Her Evet birliğimize katkı ve yemindir.

Her Evet esenlik ve selametimize destek ve yemindir.

Her Evet milletin istiklaline, devletin istikbaline, bayrağın iffetine, vatanın izzetine duadır ve yeminimizdir.

Bizim gönlümüzde evet veya hayır iradesine sahip her vatan evladı değerli, yeri dolmaz, bir ve eşittir ve hepsinin kararına sonsuz hürmetimiz vardır. Diyoruz ki; devlet, millet, cumhuriyet görüşümüz Evet. Biz şahsa değil, sistemin bakiliğine evet diyoruz. Biz bir partiye, ideolojiye, bir kesim ve düşünceye değil Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve kurtuluş yıllarının anısına ve adına evet diyoruz. Evet deyip bölücü, yıkıcı düşmanlara, tüm terör örgütlerine ortak bir mücadele azmi ve iradesiyle dünyayı dar edeceğiz.

Biz milletimizin kararına güveniyoruz, en doğrusu neyse yapacağını biliyoruz. Biliniz ki, Cumhuriyetimiz daha sağlam temellere oturacaktır. “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözümüz milletimizin tercümanı ve tarihe geçmiş milli beyanı ve beka duruşudur.

Bugün karşımızda hayırcı mevzi oluşturup, evet diyenlerin ihanet ettiğini iddia edenler; bugünün Türkiye’si ile Cumhuriyet’in kuruluş yılları arasındaki sosyal, siyasal ve hukuksal bağları ve kökleri  kopartma tehlikesini bünyelerinde taşıdıklarını görememektedirler.

BU ÜLKE İÇİN YEMİNİMİZ VAR… VAZGEÇİLMEZ!

Milliyetçi Hareket Partisi Türk tarihinin canlı, coşkulu ve cesaret dolu bir simgesidir. Üç Hilal Türk-İslam medeniyetinin inmeyecek yadigârıdır. Milliyetçi-Ülkücü Hareket şehit ocağı, gazi yuvasıdır. Merhum Başbuğumuz demişti ki, “Emanet olunan davayı kucakladım. Hiç arkama bakmadan, tereddütsüz, hiçbir şeye aldırmadan yürüyorum.” Aynısını biz de yapıyoruz, yapmaya da inançla devam edeceğiz

Bu kadar haklı olan… Bu kadar haklı çıkan… Ancak, bu kadar da hakkı yenmiş bir dava olmamıştır.

İşte biz, bu hakkın sonuna kadar peşindeyiz. Türk Milliyetçileri mağdur olmuştur, sıkıntıya düşmüştür. Ama hiçbir zaman mağlûp olmamışlardır. Allah’ın izniyle bundan sonra da olmayacağız, pes ettiğimizi, teslim olduğumuzu en azından dünya dönerken hiç kimse göremeyecektir. Bizim yönümüz Hakk’a, yüzümüz halka dönüktür. Sözümüz millet, sevdamız devlet, sancağımız vatandır.

 

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli Beyin de konuşmalarında belirttiği bu nedenlerle…

Evet derken; devlet ve millet varlığının muhafazasını hedefliyoruz.

Evet derken; Türkiye’nin kendine gelmesini, milli ve ortak değerlerin tahkim edilmesini, anayasanın tam hakimiyetini amaçlıyoruz. Ve diyoruz ki;

Bu ülke için yeminimiz var… Vazgeçilmez!

Sayın Basın Mensupları,

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Son yıllarda dünyada ve bölgemizde yaşanan gelişmelerin dünyayı ve dünyanın en stratejik bölgesinde yer alan Türkiye’yi ne denli tehdit ettiğinin farkında olan Milliyetçi Hareket Partisi, siyaset sahnesinde yer aldığı geçmiş kırk sekiz yılda, nasıl ki Türkiye’yi ve insanlığı tehdit eden gelişmeleri kimsenin henüz algılayamadığı dönemlerde önceden görerek kararlı duruşunu ortaya koymuşsa, bugün de küresel tehdidin ülkemizi, bölgemizi ve insanlığı sürüklediği akıbeti görmekte ve buna karşı milli tavır ve politikalar geliştirmektedir.

Demokratik olgunluk ve uzlaşı kültürünün egemen olduğu, dışlayıcı ve ötekileştirici söylem ve üslubun törpülendiği, Türkiye’nin milli ve manevi değerlerinin ortak payda olarak kabul edildiği bir siyaset anlayışının hâkim kılınması, içinde bulunduğumuz süreçte daha önemli hale gelmiştir.

MHP UZLAŞMACI, BARIŞÇI, KUCAKLAYICI VE SORUMLULUK ALAN BİR SİYASET ANLAYIŞINA SAHİPTİR

Gelinen noktada meselelere salt “siyasî parti” çerçevesinden değil “siyasî duruş”, “ilke”, “amaç ve hedefte uzlaşma” çerçevesinden bakılmasının mecburiyet haline gelmiştir. Türkiye’nin ve Türk milletinin geleceğe taşınması için benzer hassasiyetleri paylaşan tüm kesimlerin böyle bir bütünleşme ideali etrafında toplanması ise içinden geçilen bunalımlı dönemden çıkmanın ilk şartıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi çatışmacı değil uzlaşmacı, ayrıştırıcı değil bütünleştirici, kavgacı değil barışçı, ötekileştirici değil kucaklayıcı, bölen değil birleştiren, kaostan değil huzurdan beslenen, sorumluluk için gayret gösteren, Türkiye’yi ve Türk milletini geleceğe birlikte taşıma iradesini ortaya koyan bir siyaset anlayışını benimsemektedir.

TÜRKİYE MERKEZLİ YENİ BİR MEDENİYETİN TESİSİ İÇİN ÖZÜMÜZE DÖNMELİYİZ

MHP, Türkiye merkezli yeni bir medeniyet ve yeni bir dünya tesis etme anlayışını kendisine siyasi misyon olarak kabul etmiştir. Bu misyon, hem Türkiye’yi lider ülke konumuna taşıyacak, hem de başta Avrasya coğrafyasındakiler olmak üzere, bütün mazlum milletlerin hür ve onurlu bir şekilde yaşamasına vesile olacaktır.

Bunu başarmanın şartı, öncelikle Türkiye’nin Türk milletinin özünü temsil eden değerlere yönelmesinden geçmektedir.

Türk milleti, Türk-İslam geleneğinin ve görkemli bir medeniyetin mirasını yaşayan, yaşatan ve nesilden nesile taşıyarak tarih ve kültür potasında buluşturan bir milletin; Türkiye ise, bu mirası barındıran toprakların adıdır.

İnanıyoruz ki Türk milleti, sahip olduğu tarihi tecrübe ve kültürel derinliğe, demokratik evrensel kazanımları da katarak yeniden büyük bir sentez yaratma imkan ve potansiyeline sahiptir.

Türk milletinin başlatacağı medeniyet yürüyüşünün manevi kökleri Türk-İslam kaynaklarında mevcuttur. Kültürel temellerini kadim değerlerimizden alan bu yürüyüş, ihtiyaç duyduğu enerjiyi ise Türk milletinin büyüme, ilerleme, çağlar üzerinden sıçrama ve yeryüzüne adalet taşıma ideallerinden alacaktır.

Geçmişe dönüp baktığımızda, Türk-İslam medeniyeti Türklerin İslamiyeti kabulünden sonra; akıl ve nakli dengeleyen, bilime önem veren anlayışın sonucunda gelişmiştir.

Akıl ve nakili dengeleyen ve bilim ve sanat önem veren  bu anlayış; Buhara-Semerkant-Maturid’de gelişen ve İmam Maturidi ile sembolleşen Türk Müslümanlığının; Hoca Ahmet Yesevi ile Türkistan’dan Anadolu’ya gelmesiyle Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana, Yunus Emre ile devam etmiş ve tüm dünyaya yayılacak bir medeniyetin temellerini atmıştır.

Aslında bugün, 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası yaşadığımız travmanın arka planında da bu anlayıştan uzaklaşmamız yatmaktadır. Türk-İslam Medeniyetinin temellerini atan ve akla ve ilme önem veren bu Türk Müslümanlığı anlayışı yerine, vahşi küreselleşmenin temsilcisi olan batının bize dayattığı “Ilımlı İslam” yalanının peşine takılmamış olsaydık; bunlar başımıza gelmeyebilirdi.

Yaşadıklarımızdan ders alarak, köklerimize dönmeliyiz. Yeniden akıl ve nakli dengeleyen, ilime, fenne ve sanata önem veren, ancak milli ve manevi değerlerinden kopmayan anlayışa sahi çıkarsak; Türk-İslam medeniyetini birlikte ihya edebiliriz!

Türklerin İslamiyeti kabulünün ardından 11. ve 12. Yüzyılda ortaya çıkan; Kutadgu Bilig; Divan-ı Lügatit Türk, Atabetül Hakayık, Divan-ı Hikmet gibi önemli eserlere baktığımız zaman; bu medeniyet yürüyüşünü birlikte yeniden yürüyebileceğimize olan inancımız artacaktır.

İşte temellerini tarihi değerlerimizden alan Türkiye merkezli medeniyet yürüyüşü, öncelikle Türkiye’yi kendisine güvenen, kendi gücüyle ayakta duran, başı dik, karnı tok ve özgür bireylerin yaşadığı onurlu bir ülke hâline getirme yürüyüşüdür. Küreselleşme olgusunun insani bir nitelik kazanmasını ve adaletli hale gelmesini hedefleyen insan merkezli bir yürüyüştür.

Kendi milli ve tarihi değerleri ile barışık, sorun çözme kabiliyetine sahip, siyaset üretme kapasitesi yüksek, etkin bir devlet düzeni kurmuş, kaynaklarını üretime seferber edecek bir ekonomi modeli uygulamaya koymuş ve küresel sistemde saygın konuma gelmiş güçlü bir Türkiye; 21’inci yüzyılda dünya siyasetine ve ekonomik hayatına mührünü vuracaktır.

2053’te 100 milyonu aşan nüfusu, 50 milyona ulaşan istihdamı, 3,2 trilyon dolara varan ihracatı, 10 trilyon doları yakalayan Gayrı Safi Yurtiçi Hasılası ve 100 bin doları bulan kişi başına milli geliri yanında Türkiye ve Türk milleti; yüzyılları bulan mazlum milletlerin sömürülmesinin ve demokrasi, insan hakları ve adalet adına sürdürülen zorbalık düzeninin bitirilmesini sağlayacak medeniyet inşasıyla, İstanbul’un fethinden 600 yıl sonra yeniden bir “Çağ” açacaktır.

Tüm bu değerlendirmelerin ışığında sizlere tekraren ifade ediyorum ki;

MHP ne demişse milletimizin lehinedir.

MHP neyi istemişse milletimizin menfaatinedir.

MHP ikbalin değil, istikbalin peşindedir.

MHP millet ve vatan davasının savunucusudur.

MHP binlerce yıllık Türk-İslam ülküsünün varisi, bu çağdaki emanetçisidir.

MHP;“Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanız” diyen …

         “Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur; ruhsuz beden ceset olur” diyen…

bir anlayışın temsilcisidir.

MHP; Türkiye’yi 2023’te Lider Ülke, 2053’te Süper Güç yapma hedefine ulaşmak için her türlü çalışmaya ve fedakarlığa hazırdır!

MHP; Türkiye’yi Atatürk’ün gösterdiği, muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmak için, Türkiye merkezli yeni bir medeniyet yürüyüşüne Türk Milleti ile birlikte çıkmaya hazırdır!

21. Asrın Türk asrı olacağına ve bu asrı insan merkezli Türk-İslam medeniyetinin belirleyeceğine olan inancımla;

Devlet için EVET…

Millet için EVET…

Cumhuriyet için EVET…

Türklüğün bekası için EVET…

diyor ve hepinizi saygılarımla selamlıyorum!