Gidenlere veda ederken, hep hüzünlendik biz. Muhasebesini yaptık, ardından el salladığımız o yegânelerimizin…

Yeni bir yılın geleceğini bilmek, hüzünlerimizin sırtını sıvazlayamadı. Acı hatıralara, dil yaralarına su serpemedi, merhem süremedi yürek yanıklarına, yoklukların cebine harçlık bırakamadı yeni seneye dair hayaller…

Şimdi giden koca bir yılın ardından, düğün dernek gibi, haddi aşan tavırların sebebi nedir?

Hükmü nedir?

O, her sene bir yenisiyle sınırları zorlayan taşkınlıkların…

Kimliği nerededir?

Öznesi kimdir? Neyin kutlamasıdır bu, neyin müjdesidir?

Bizim için neler olacağını bilmediğimiz yeni bir yılın nesine bu çığlık çığlığa mutluluk naraları? Boydan boya, tabiri caizse çakma fikirlerle kurulu, bize ait olmayan bir kültürün; kurban bayramlarında, zırhlarını giymiş savunmaya geçen, o hayvan sever kılıklı cüsselerin, cicili bicili sözcükleriyle ahkâm kesmeleri ve hindileri çiçekten saymalarının, o akıl almaz sarhoşluğu tamam komik elbette… Ama kendini inkâr etmenin, akla sığmayan bu hali, nasıl unutturabiliyor kaybettiklerimizin acısını…

Tamam, biz ümit var olmayı en çok “Biz” iken öğrendik… İyi de, kimdik biz, kimliğimizin böylesi ulu orta çekiştirilmesi, hiç mi rahatsız etmiyor bizi, taklit edilen onca saçmalığın; aslımıza, özümüze verdiği zararı nasıl da göremiyoruz… Biz nasıl, bizlikten soyutlandık bu kadar?

Fanatik bir Galatasaray taraftarının, sarının yanına maviyi hiçbir şekilde yakıştırmaması gibi, neden sağlam olamıyor inancımıza ait olmayan renkleri ısrarla sahiplenmemiz…

Neden biz Ramazanda; Sultan Ahmet Camisinin avlusunda, elinde simidiyle dolaşan ve Ramazan ayının hakikatinden habersiz, o turist abla gibi umursamıyoruz, onların Noel babalarını…

Neden ısrarla gâvur icadı dediğimiz, onca ıvır zıvırın içine atamıyoruz, onların kalplerine meze olmuş eğlencelik fikirlerini… Onlar; güya u’lül azim Peygamberlerden Hz. İsa’nın doğum gününü kutluyorlar. Acaba Hz. İsa bugün yaşasaydı, bu yapılanları nasıl karşılardı? Bu yapılan saçmalıkların, hiçbir türlü dinde bir dayanağı yoktur ve herkes yaptıklarından mesul olacaktır.

Peki ya biz? Biz; “Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o; onlardandır” diyen, âlemlere rahmet diye gelen, Allah Resulünün, güzeller güzeli, gül koku Peygamber Efendimizin “ÜMMETİM” dediği, sahiplendiği, önceliğine aldığı, sevdiği, o sözü edilen kelimenin muhatabı değil miyiz?

Bu kelimenin sahiplik ekine dâhil değil miyiz? Nasıl geri çevrilir böyle bir sevgi, nasıl umursamadan heba edilir, itilir? ”Ümmetim” diyen bir Peygambere ”Ümmetin” diye nasıl cevap verilmez, nasıl üzerine alınmaz böylesi aşk kokan bir hitap?

Sahi aşk; geyiklerine tutunmuş, o kırmızı kıyafetiyle, bulutların üzerinde gezen, evlerin bacalarından giren ama üstü hiç kirlenmeyen, Noel babanın çuvalındaydı değil mi? 4 yaşında ki oğluma masal diye anlatsam, inanmaz buna, dinlemez bile…

Bırakın bu geyik masallarını arkadaş, bırakın bize ait olmayan elbiseleri giyinmeyi, biz; “Kim bir topluluğun karartısını çoğaltırsa, o da onlardandır” diyen HZ. Muhammed (S.A.V.)’in nuruyla, aydınlıklara yürüyen, sağlam adımlarla Hakkı bilen, biz”Bana seni, gerek seni” diyen Yunusun aşkıyla, aşkımızı tevafuk eden, biz; Sezai Karakoç’un;

“Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için

Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini

Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini

Ey gönüllerin en yumuşağı, en derini

Sevgili… En Sevgili… Ey Sevgili” dediği, sünnet-i seniyyeleri kendine pusula bilen, Senin Ümmetiniz, Elhamdülillah…

Yeni yıl bizim için Mekke’nin fethiyle başlar, biz 31 Aralık gecesini tövbelerimizle, dualarımızla ve yeni bir yılı bize nasip eden Rabbimize şükürle geçiririz. Siz geyikleri saya durun, biz yıldızlardan gülücükler yazıyoruz karanlığa “LA İLAHE İLLALLAH, MUHAMMEDEN RASULULLAH” diye…

Yeni sene; yeni umutları, mutlulukları, sağlık dolu, huzur dolu ve en mühimi iman dolu bir ömrün mefulü olsun, dünya denen şu fiiliyatta inşallah…

Twitter: @elifzorer