Herkesin koalisyon ihtimallerini konuştuğu, meclis başkanının kim olacağı, diyanetin mercedesle imtihanından çıkan sonucun ülke gündemini bombardıman altına aldığı ve Nihat Hatipoğlu’nun binlerce TL’sinin sosyal medyaya saçıldığı bu günlerde; gerçek sorunlarımızı arka plana attığımızı düşünüyorum.

Türkiye’nin kendisine koyduğu dünyanın en gelişmiş on ekonomisi arasına grime ve gerçek “Büyük Türkiye” hedefleri ne kadar gerçekçi?

Ülke olarak ilerlemenin formülünü gerçekten keşfetmiş durumda mıyız? Hastalıklı hallerimizi fark edebilir muyuz?

Bu soruların cevabı ne yazıkki “hayır.”

3.8 milyon okuma – yazma bilmeyen vatandaşımızın olduğu bir durumda bu soruya verilen yanıtın “hayır” olması çok doğal. Eğitim kalitemiz yerlerde sürünmekte ve yeni nesilden; bizi besleyecek doğal kaynakları yaratmalarını, bilimde ve sanatta ilerlemelerini, dünya sorunlarına çare olmalarını ve gelir adaletini sağlamalarını bekliyoruz. Eğitime yapılan yatırımın bilimsel başarı ile değil tablet sayıları ile ölçüldüğü bir ortamda “ilk on ekonomi” hedefi çok uzaklarda.

Bütün bunun yanında, Türkiye’nin en büyük beş yüz şirketi arasında, yüksek teknoloji üreten firma sayısı yalnızca “on iki.” Türkiye, betonla büyümenin bir işe yaramadığını anladığında iş işten geçmiş olacak. Yüksek teknoloji ve eğitime yapılan yatırım bu ülkenin gerçek bir yıldız olarak parlamasına neden olacak ana atılım maddeleri olarak bir an önce ülke gündemine oturmalı.

Altı yüz milyon dolarlık saraylarla övüneceğimize; Mars’a gönderdiğimiz uzay araçları ile övünmeye başlarsak gerçekten gelişmiş bir ülke olmanın haklı gururunu paylaşıyoruz demektir. Bu arada beğenmediğimiz Hindistan’ın yalnızca yetmiş altı milyon dolar maliyetle, Mars ve Jüpiter arasındaki asteroid kuşağına, maden arama amaçlı (yeryüzündeki bir çok madeni önümüzdeki kırk yıl içinde kaybedeceğiz) sonda gönderdiğini aklımızın bir köşesine not edelim.

Ülke olarak bir an önce gerçek soruna gözlerimizi dikmek zorundayız, yarın çok geç olabilir.

Sorumsuzluklar ülkesi

İşçisi madende ölür suçu üstlenen olmaz, uçakla bombalanır sorumlusu çıkmaz, tren kazasında suçlusu bulunmaz, sel olur suçlusu ortaya atılamaz. Ortalığı sel almış, Serdivan’da Karadere taşmış, canımız gitmiş tüm kurumlar kendilerini kurtarmanın peşinde. Basına ardı ardına açıklamalar yapılıyor. Yemin etseler başları ağrımayacak, Türkiye’deki cezasızlığı bildiklerinden o kadar rahat davranıyorlar ki, bu pişkinlik insanı kanser eder. Valiliği, belediyeleri, kurumları uyum içinde değiller miydi? Şimdi ardı ardına, altı yaş ergenliğine dönmüş “ben yapmadım, o yaptı” hali de nerden çıktı. Hepimiz suçluyuz! Basın yeteri kadar uyarmadığı, sizler de ihmal de yer aldığınız için! Birisi de çıksın bunu söylesin: “Hepmiz Suçluyuz”

Garip bir gazetecilik

“Stat arazisi ibadethane olsun”, “AKM’de ramazanda sigara içiliyor, dur denilsin...” Dünün demokratlarından üst üste garip hamleler geliyor. Şaşkınlıkla takip ettiğim bu haberlere bir anlam vermeye çalıştım, ama bir türlü başaramadım. Özellikle AKM’deki durumu ön plana çıkarmaya çalışmak, oruç tutmayan, tutamayan vatandaşlarımızı hedef göstermektir. Hoşgörünün şehri olduğumuzu iddia ettiğimiz bir tarihte, bu tip bir haberin ortaya atılması bile bir garabet. Stat arazisi ile ilgili durum açıktır ve dile getirilmiştir: “yeşil alandır.” İlimizdeki camiler ve yapımı sürenler, cemaatin taleplerine cevap verecek düzeydedir. Bu haberlerle ne amaçlandı, neden yazıldı anlayabilmiş değilim. Anlayanlar, anlamayanlara anlatsın lütfen.

Twitter: altugbalcioglu