Son dönemde yayınlanan ekonomik veriler gerçekten de bizleri heyecanlandıracak cinsten. Türkiye 772,3 milyar dolarlık GSYH ile dünyanın en büyük 18.ekonomisi konumuna gelmiş durumda. 2011 büyüme verilerine baktığımızda yüzde 8,5 ile Çin’den sonra en hızlı büyüyen bir ekonomiye sahibiz. Avrupa’nın resesyon yaşadığı, Yunanistan, Güney Kıbrıs, İspanya gibi ülkelerin kepenk kapatma noktasına geldiği bu dönemde veriler elbette pozitif yönde değerlendirilebilir. 2023 hedefleri ise bu doğrultuda hiç de hayal ürünü gibi durmuyor.


George Friedman’ı çoğu kişi tanır. ABD’nin en büyük stratejik araştırma merkezi STRATFOR’un kurucusu ve iyi kabul edilen bir stratejisttir. ‘ Gelecek 100 Yıl’ kitabını okurken yukarıda verdiğimiz sayılara paralel olarak Türkiye’nin çok daha iyi yerlere gelebileceğini düşünüyor. Ancak yine kitapta gözden kaçırılmaması gereken bir yer var ki az sonra değineceğimiz noktaları da gözler önüne seriyor. Çin ve Türkiye. Benzer büyüme trendleri olan en hızlı büyüyen 2 ülke konumundalar. Ancak Friedman iki ülkenin de sağlıklı büyüyemediği görüşünde. 2 ülkede de yapılan yatırımlar belirli noktalara yapılırken ülke toptan değil sadece bölgesel bazı yerlerin büyüdüğünü söylüyor. Ülke ekonomisi büyürken halkın buna paralel olarak büyüyemediği görüşünde.

Biz kendi açımızdan baktığımızda bu gerçekten de böyle. Şirketlerimiz veya milli ekonomimiz dünyanın en büyükleri arasına girmeye başladığı günümüzde bireysel olarak bakıldığında ise halkımız hiç de iyiye gitmiyor. Son dönemde yapılan bir araştırmaya göre 2005 yılından günümüze sadece kredi kartı borcu yüzünden intihar edenlerin sayısı 200’ü aşmış durumda. Yuvası dağılan, işsiz kalan, evsiz kalanları hesaplamaya matematiğimiz yetmez sanırım. 43.5 milyon kişi bankalara borçlu durumda. Geçtiğimiz yıl bu insanlar arasından 2,2 milyon kişi bankalara asgari tutarı dahi yatıramadı ve yasal takipler başladı. Halk açlık içinde ölüyor, sefalet var deyip de acıtasyon yapmaya gerek yok ancak şu da bir gerçek ki ekmek bile alırken kendi parasıyla değil bankadan çektiği kredinin parasıyla alıyor.

Bütün bunları bir araya getirince ülke ekonomisinin hızla büyümesinin en azından bu 43,5 milyon kişiyi pek alakadar ettiğini sanmıyorum. Borçlu adam ‘milli’ duyguları düşünebilecek halde olmaz. Hele bir de etrafında dev kuleler, residanslar, devasa yapılar yükselirken. Hem de bunları siyasilerin desteklediğini gördüğümüzde insanın birden Ebuzer Gıffari olup Muaviye’nin yaptırdığı sarayı sorguladığı gibi sorgulayası geliyor: Bu ne şatafat, bu ne ihtişam. Bu sarayı halkın parasıyla yaptırdıysan hırsızlıktır, haksızlıktır; kendi paranla yaptırdıysan israftır, haramdır. Derhal yık bu sarayı…