Varlıklı bir ailenin senelerce beklediği, ismi daha doğmadan babasının dilinden düşmeyen, annesinin neredeyse bir oda dolusu oyuncak stoku yaptığı “dünyaya şanslı gelengillerden” hastanenin o gün doğan en şanslı kızı, ve en güzeli, en çok sevileniydim..

Ben Neşe, neşeli Neşe, neşe saçan Neşe, neşeyle büyüyen Neşe! Hayat bana birçok kişinin hayallerinden çalıntı, harikalar diyarından kopmuş mutluluklardan alıntılar hazırlamış, bir sarayın prensesi olabilme ödülü vermişti. Öylesine mutlu, öylesine neşe dolu günler, ismim gibi, babam bilmiş de benim için saklamış olmalıydı ismimi. Kozasından çıkmış nazlı bir kelebek misali uçuşuyordum hayal ettiğim her güzellikle.

Her yaş ayrı bir mutlulukla yarenlik ediyordu bana. Fakat bu kadar zenginliğin içinde bir şey vardı sahip olmadığım. Bir şeyin eksikliği hep gönül penceremi tıktıklıyan yaramaz çocuklar gibi, görünüp kaçıyorlar benden. İsmini bulamadığım, tarifini yapamadığım, ama hep bir yarım kalmışlıkla merak ettiğim, uzaklardan gelen bir ses vardı kalbimde. Ta ki yüreğimin içine gizlenmiş o minicik serçenin kanatlanıp uçmasına dek.

Uyanmak istemediğim bir rüyanın minik serce kuşu kıpırtısıyla uyandırdı beni. Terden sırılsıklam olan saçlarımın her bir teli adeta dizlerimle yarışıyordu titrerken. Hiç görmediğim bir rüyanın gerçek yüzü, şefkat tokadı oldu geceme. Gidip yüzümü yıkamak bile kendime getiremezdi beni ki; kendime hiç bu kadar gelmemiştim çünkü.. O`nu görmüştüm rüyamda..

Hep hayalini kurduğum, küçükken dadımın uyumadan önce anlattığı, sonra ninemin gözyaşları eşliğinde babamdan gizli bahsettiği "Gül kokulu Peygamberimi.." Nasıl bir güzellikteydi yüzü, nasıl güzel bir kokuydu. Sanki babam penceremi açmış ve bahçemizdeki bütün güller rüyama gelmişti.

Güllerin kokusu şöyle dursun, her rengi bir arada toplanmış koca bir buket gibiydi gülüşü ve bir ses… Kâinat uyanıp dinlercesine sanki öyle bir güzellikte, anne öpücüğü gibi şefkat kokulu, evlat gülüşü gibi. "Şükür" dedi bana.

Şükür bilmeyen kendini bilmez, tanımaz bedenindeki bunca güzelliğin sahibini. Şükür, ruhun nefesidir. Sen benim hayal ettiğimden daha güzelsin bile diyemedim.

O güzel yüzü kazımak istedim gözlerime, yüreğime. Gözlerimi kırpmadan kazımak istedim. Keşke ninem yaşasaydı da anlatsaydım ona, dadıma söyleyebilseydim. Babamın bana hiç almadığı bir hediyeydi şükür, soframızda hiç var olmayan bir yemekti, neydi şükür…

İçimdeki mutluluk bana şimdiye kadar adına mutluluk dediğim her hissin nasıl da gelip geçici olduğunu hissettirdi. Güzellik zannettiğim her şeyi sildi geçti zihnimden. Meğer Yüreğimin en mühim eksikliğiymiş "şükür" sahip olduklarımın ipoteğiymiş, şükür depolu yürekler doyarmış minicik bir gülüşle bile, küçük şeylerden mutluluğun yolu şükür etmekten geçermiş anladım.

Şükür nimeti bile başlı başına bir şükür Rabbimizden bize. Sabaha şükür. Güneşe şükür. Hayata şükür. .nefese şükür. Görebilen gözlere şükür. Çaya şükür. Yağmura, Eylül`e kışa. Yaza, ağaca, havaya şükür, evlada şükür, sevdaya. özleme, özlemeye değer dostlara şükür. Hüzne şükür. Hüzünlerin ardından gelen sevince, derdi verenin dermanına şükür. Şükür etmeye sebep binlerce nimetleri bize lütfeden ve nimetlerine şükür edebilmeyi nasip eden Allah’a bin Şükür…

Twitter: @elifzorer