Dünyanın tüm gelişmiş ülkelerinde demokrasiden ilk olarak anlaşılan, vatandaşların eşit bir şekilde yapmış oldukları tercihlerle, kendi yönetimlerini şekillendirmesidir.

Devlet yönetiminde vatandaşın tercihi esastır. Millet iradesinin üzerinde herhangi bir kurum, kişi tahakküm oluşturma hakkına sahip değildir.

Demokraside yargı gücü ya da silahlı güçler, ordu, vatandaş şunu tercih ediyor olabilir ancak biz bunu tercih ediyoruz diyerek, ne o topluma ne de o devlete “balans ayarı” yapma hakkına sahip değildir.

Demokrasilerde sistem dışı müdahaleler antidemokratik müdahale olarak kabul görür.

Türkiye Cumhuriyeti olarak başta 27 Mayıs olmak üzere, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan dönemlerinde sisteme dışarıdan yapılan, hukuksuz müdahalelere şahit olduk.

Bu karanlık günlerde toplum olarak çok büyük acılar yaşadık.

İdamlar, faili meçhul cinayetler, işkenceler, toplumsal ayrışmalar, düşmanlıklar kısacası “kötülüğün hepsini yaşadık” desek muhtemelen abartmış olmayız.

Ve en önemlisi milletin devletle olan bağının zedelenmesi, halkın devlete karşı bakışının çok olumsuz bir noktaya doğru evrilmesi, insanların bu ülkeyi arkalarına bakmadan terk edecek noktaya gelmesiydi.

AK Parti iktidarının en büyük iddiası ve icraatı aslında tam da burasıydı.

Türkiye’de yaşam kalitesini yükseltecek projeler bir bir hayata geçirilirken, diğer yandan toplumsal uzlaşmanın yeniden tesis edilmesi.

Bir yandan eğitimin, sağlığın standardı yükselirken, duble yollar, barajlar, yeni yaşam alanları inşa edilirken…

Diğer yandan çetelerle hesaplaşma, mafyanın kökünün kazınması, darbecilerin yargılanması, demokratikleşmenin önündeki engellerin kaldırılması, vesayet döneminin son bulması için gereken adımlar atılmaktaydı.

Yeni Türkiye hedefi işte tam böyle bir şeydi.

Ancak AK Parti Sakarya Milletvekili adayı Recep Hacıeyüpoğlu’nun zekice kavramsallaştırmasıyla bu kez tam Yeni Türkiye inşa edilirken karşımıza yeni

bir darbeci takımı çıkı verdi.

Tarihteki haşhaşileri andıran eylem biçimleriyle, 17-25 Aralık tarihlerinde Türkiye’de darbe yapmaya kalkan Yeni Türkiye’nin yeni darbecileri olan bu paralel yapılanma ülkemizin en güçlü olduğu dönemde uluslar arası bir komplonun parçası olarak Türkiye’ye ihanet etti.

Bu açıdan Hacıeyüpoğlu’nun, “Yeni Türkiye’nin yeni darbecileri” kavramsallaştırması mühim.

Bunu biraz açalım. Türkiye artık eski Türkiye değil. Türkiye üzerinde hakimiyet kurmak isteyen uluslararası güçler de artık Türkiye’nin 70’ler Türkiyesi

olmadığının farkındalar.

Bu açıdan geçmişte olduğu gibi bugün eli silahlı askerler eliyle yapılacak bir darbenin yararlı olmadığını da görmekteler.

Bunun için yeni, farklı arayışlar içerisindeler. Doğrudan silahlı kuvvetler eliyle yönetime el koymuyorlar. Yeni Türkiye konseptine uygun, Türkiye’nin gelişmişliğini de göz önünde bulundurarak “yumuşatılmış darbe” peşinde koştular.

17-25 Aralık`ta yapılan işte tam böyle bir darbe girişimidir. Yolsuzluk kılıfıyla, bürokratik oligarşinin yönetime el koyma çabasıdır.

12 Eylül’de Kenan Evren’in yaptığı neyse 17-25 Aralık`ta paralel çetenin yapmaya çalıştığı da

aynısıdır.

Arada herhangi bir fark bulunmamaktadır. 12 Eylül’de anarşi bahanesiyle yönetime el koyulurken, 17-25 Aralık’ta yolsuzluk bahanesiyle yönetime el konulmaya çalışılmıştır.

12 Eylül’de gerginliği kaynağı olarak siyasetçiler gösterilmiştir, 17-25 Aralık’ta yolsuzluğun kaynağı olarak yine siyasetçiler lanse edilmiştir.

12 Eylül’de uluslararası güçler darbecilerden yana tavır alırken yine 17-25 Aralık`ta da uluslararası güçler paralel çeteden yana tavır aldı.

27 Mayıs’ta Menderes’e yapılanların aynısı, aynı söylem, aynı gazete manşetleri, aynı algı operasyonu 17-25 Aralık`ta Erdoğan için yapıldı.

Recep Hacıeyüpoğlu’nun “Yeni Türkiye’nin Yeni Darbecileri” söylemi yaşanılanların özetlenmesi açısından iyi bir başlık olmuş.