…Aladağ’ın eteği

Oy naze naz eyleme

Beyler kurmuş otağı

Ölürem kızlar göz eyleme…

Diyar diyar gezip,çiçeklerden otlardan ilaçlar yapan , namı yedi düveli sarmış Lokman; dağ taş gezdiği, kurdu kuşuyla tanış olduğu, her susadığında avuç avuç suyunu içtiği Ceyhan Nehri`nin sevgilisi Çukurova’yi kendine mesken tutar.Bu kadar il gezmiş, buranın çiçeklerindeki özü, yapraklardaki tadı ve kokuyu hiç bir yerde bulamamış.Üstelik buranın çiçekleri dalları Lokman’la konuşur neye iyi geleceklerini söylermiş. Artık; bu nar, portakal , pamuk diyarı Lokman’a ecza olacaktır daha çok iksir daha çok merhem yapıp hastalara şifa verecekmiş.

Lokman, Boztahta köprüsünden geçti,yemyeşil ormanları aştı, acıkmıştı birkaç yeni dünya kopardı attı ağzına, eğildi toprağa gömdü çekirdekleri yeniden ağaç olsun daha çok fani bu meyveden nasiplensin diye. Simit şelalesinin serinliğinde Şahmeran’ı düşünmek için yosun tutmuş kaygan taşlardan seğirtip eğrelti otlarına uzandı. Bir çift kelaynak havalandı gökyüzünde bir de tüylerini uçurdular Lokman’a iksirlerini tasta rahat karıştırsın diye. Çukurova’nin hafif rüzgarı başinı döndürdü ki acı bir feryad ile irkildi. Hatun sesleri er seslerine karışmış, ağıtlar Çukurova’yi sarmıştı;

Evimizin önü otlu

Çesmemizin suyu datlı

Ben yavruma gıyamadım

Şu toprağa nasıl yattı?

Yine ölüm, yine ağıt…Lokman kahrolmuş çaresizligine, oysa Lokman Hekim kendini bildi bileli bütün Torosları, Amanosları, Nurdoğan’ı dolaşmış, dolaştığı yerlerdeki çiçekler, otlar ona seslenip hangi hastalığın ilacı olduğunu söylemişti bir tek şey hariç:Ölüm…

Lokman’ın ölümsüzlük iksirini nasıl bulup kaybettiğini Çukurova’nin çocugu Yaşar Kemal şöyle anlatır:

”Her hastalığın ilacı var da ölümün ilacı neden yok? Keşke Abu hayat suyunu arasaydım diye düşünerek dibinden su kaynayan bir ulu ağacın altına gitmiş yatmış uyumuş. Derin uykulara dalmışken bir takım seslere uyanmış sağına soluna bakınmış, “ben ölümsüzlügün ilacıyım” diyen yumuşak, tatlı bir ses duymuş. Ses gittikçe güzelleşiyormuş. Lokman kulağına inanamamış. Karşi kayalığın önündeki ulu ağaca yürümüş, kayanın altındaki pınarın içinden bir tutam ışık çakiyormus, göz göremeyecek kadar parlak bir ışıkmış. Lokman şaşirmış kalmış. Sevincinden uçuyor ne yapacağını bilemiyormuş. Kendine birazcık gelir gibi olmuş, ışığa uzanmış almış, bütün bedeni ışığa kesmiş, birden gençleşmiş, dağdan aşağı doğru koşmaya başlamış, dağdan inerken onu böyle gören köylüler arkasına düşmüşler. Gittikçe kalabalıklaşarak Misis Köprüsü’ne gelmişler.

Lokman, köprünün ortasına gelmiş koynundan ölümün ilacını çikarmis, ortalık yoğun keskin bir ışığa kesmiş. Bundan sonra ölüm yok, diye konuşmaya başlamış Lokman Hekim. Sesi titriyormuş. Kendisi de zangır zangır titriyormuş. Birden ne olmuş ne olmamış, gökten bir kanat inmiş, Lokman’nın eline çarpmis. Ölümsüzlük ışığı suya düşmüş, ortalık kurşun geçirmez karanlığa kesmiş. Duymuş ki Lokman, ölümsüzlügün çiçegi, ölümsüzlügün suyu, ölümsüzlügün otu Aladağ’ın bir koyağında var Lokman koşmuş buraya Aladağ’ın koyağını yurt tutmuş. Her otlan, çiçeklen, her pınarlan, her kurtlan, kuşlan, karıncaylan, her arıylan, her kelebeklen konuşmuş. Esen yelle, doğan günle, gelen ışıkla, yağan yağmurla konuşmuş.

Her çiçek herkese konuşmaz, ölümsüzlük çiçegi kimseyle konuşmaz. Bir tek Lokman Hekim’e konuşmuş.” Ben ölümsüzlügün çiçegiyim, ben ölümsüzlügüm. Gel buraya Lokman. “ Lokman Hekim çiçege yelyepelek koşmuş, çiçegi almış koklamış, Lokman çiçegi koklayınca gözlerinin önünde ışıklar patlamış, dünya bir başka dünya olmuş. Lokman sevince batmış, çiçegi koklamış. Kendinden geçmiş, o kendinden geçtiği an öyle tatlı, öyle tatlıymış ki her şey, dünya cennete kesmiş, bambaşka bir dünya olmuş. Lokman dize gelmiş, çiçegi bir daha bir daha koklamak istemiş.

Oysa bir daha koklayınca ölümsüzlük büyüsü çözülüyormus. Lokman bunu biliyormuş. Çiçegi bir daha bir daha koklamış. İşte büyü böylece bozulmuş.

*******

İster adı Gılgamış olsun, ister Hipokrat ister Lokman Hekim ,niceleri ölümsüzlük iksirinin peşinden gitmiş de bulamamış, her dertlere derman olunmuş da ölüme olunmamış.

Bu efsaneden yüzyıllar sonra Aladağ’da , bir kış akşamında, evlerinden uzakta bir ögrenci yurdunda güle oynaya yemeklerini yiyip odalarına çikan kızlar ödevlerini yapacak, belki de ranzalarında birbirlerine hikayeler anlatacaktı ki…

Çukurova’nin oniki çiçegi ,Türkiye’nin on iki meleği, Aladağ’ın kır çiçekleri yandı kül oldu da Acısu’nun şifalı denilen damlaları bile söndüremedi yangını…

Ahhh Lokman, Ahh Gılgamış, Ahh insan.

Garşidaki bayır mı ola

Yol üstünde çayir mı ola

Açın yüzünü göreyim

Ağ bebeğim uyur mu ola

N`oldu guzucuğum n`oldu

Açmadan gülüm soldu…

Ben onlar için ağlar ve bu son olsun diye dua ederken kim geldi oturdu karşima biliyor musunuz?

Aladağ türküsünü en güzel söyleyen ses Ruhi Su, hem ağlıyor hem ne diyor dinleyin…

…Bu devran böyle gitmez

Oy naze naz eyleme

Bir gün hesap sorulur

Ölürem kızlar naz eyleme …