'Şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın'

Radyodan gelen bu şarkı odayı kuşatmasa ben bu gece dolunay olduğunu unutmuştum bile. Kitabı elimden atıp seslendim.

  • Gelin dolunaya bakalım .
  • Dolunay mı ?

Onların ilk kez dolunay seyretmek için dışarı çıktığına adım kadar eminim. Yok , onların şu sımsıkı kenetlenmiş elleri kadar eminim. Yok yok , onların şu sımsıkı kenetlenmiş ellerindeki tutmuş sıcacık parmakları kadar eminim. Hatta onların şu sımsıkı kenetlenmiş ellerindeki sıcacık parmaklara şahitlik eden dolunay kadar eminim.

İkiletmediler. İkiletmeyen sevgi ne güzel . İtaaatkar, zarif , kar kristali gibi ışıldayan sevgi ne güzel. Kış gecesinde parlayan yıldızlar, bir dolunay gibi kalbe düşen sevgi ne güzel.

Çıktık ve göremedik. Çatı geldi önümüze. Olsun .Yüreyelim dedim. Karda üşüyerek elele yürüdük.

Dolunay saçlarımıza değecek kadar yakın ama puslu. Sanki üstüne gri - beyaz bir örtü serilmişti bulutlardan. Bak ne güzel derken usulca çekiliverdi örtü ve başladı saltanatı sultan-ı yegahın .

Öylece baktık aya, dolunaya. Bir daha bakar mıyız bilmem. Bir daha bizimle bakar mı ? Kim bilir . Bir başkasıyla bakar mı ? Kara sevdalı sularda belki.

'Yansıyan yaslı gülüşmelerdir karasevdalı suda
Bülbüller kırılır umutsuzluktan yalnızlık korusunda'

Üşümüştük. Yine de seyrettik. Gökyüzünün bu mucizesini, dönme dolaba son anda bedava bilet bulmuş çocuklar gibi neşeyle seyrediyorduk . Sadece bir seyir değil aslında gizli bir eylemdi yaptığımız. Geçmiş acılara, gelecek ayrılıklara, karanlığa birlikte baş kaldırıyorduk. Üşüyerek, kardan ıslanarak , dolunayı seyrederek.

Sıcak koltuğundan kalkıp, aman boş ver şimdi demeden , telefonu, televizyonu bırakıp gece sokağa çıkmak da bir başkaldırı değil mi yeni dünyada ?

Dolunaylı bir gecede kış uykusundan uyanır gibiydik. Sıradan bir günün sonunda, sıradan bir günü olağan üstü hale getirmiştik . Alt tarafı evden on metre uzaklaşmıştık ama dünyanın en büyük meydanında tarihin en kalabalık eylemi bitmiş , herkes dağılmış da bir biz kalmış gibiydik başımız dimdik , yumruklarımız havada… Yüreğimizde nefret değil sevgi, dilimizde sloganlar değil şarkı vardı:

'Eylem dağılmış gönül tenha çalgılar kış uykusunda
Ölümün tartışılmazlığı nihayet anlaşılsa da
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın'

***

Yazıyı okurken mırıldanmaya başladığınız şarkı 80'lerde güzel ülkemde fırtına gibi esmişti. Attila İlhan'ın bu eşsiz dizelerini şiire adını veren sultan-ı yegah makamında besteleyen Ergüder Yoldaş , eserini eşi Nur Yoldaş'a okutmuştu. Darbeden sadece bir yıl sonra çıkan şarkıyı , TRT, sözleri nedeniyle önce yasaklamış sonra da bir şartla izin vermiş diyorlardı:

-Sultan- ı Yegah değil Sultan-i Yegah olarak yeniden okunacak !

Bir harf için şiir neden yasaklanır anlamamıştım. 'I' da olurdu 'i' de, benim için fark etmezdi. Herkes gibi ben de ezberlemiştim şarkıyı.

Derken bir duyduk ki Ergüder Yoldaş , Nur Yoldaş'dan ayrılmış, köprü altlarında yaşamaya başlamış, sonra da Büyükada'da naylon kaplı bir kulübede bulmuşlar. Sanırım 93 ya da 94'de Uğur Dündar kendisiyle röportaj yapınca bütün Türkiye yeniden bu adamı konuşmaya başladı.

Saçı sakalı birbirine karışmış, tanınmayacak haldeki sanatçı için Bakırköy'e yatırılsın diyenler çoktu. Oysa o ne İzmir 'i istiyordu , ne İstanbul 'u. Kendi saltanatını kurduğu kulübesinden sadece denizi seyretmek istiyordu.

Kaloriferli bir daire değil kulübe isteyen , tedavileri ve medeniyeti reddeden Yoldaş'ın bildiği, bizim bilmediğimiz şey neydi acaba bu dünyaya dair? Dönüp arkasına baktığında kimin yaşantısıydı gördüğü ?

Bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak
Çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak

Kendi yaşantısını geride bırakmak isteyeceği, başkalarının yargılarına göre değil kendi doğrularına göre yaşamak isteyeceği gerçeği kimsenin hoşuna gitmemişti . Madem bizim gibi yaşamıyordu o zaman yargılanabilirdi: Delirmişti!

Su yasak rüzgar yasak açık kapılar yasak
Belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak

Kimseye benzemeyen bu adam belki de yasakları sevmiyordu. Suyu çeşmeden değil denizden içmek , ısınmak değil üşümek , kapıdan insanları değil rüzgarı buyur etmek, yasakları yasaklamak istemişti sadece . Belki de kaçarak unutmak istemişti. Belki de kaçarak hatırlamak. Kim bilir ? Ne çare, bir adada delirmeyi de, kaçmayı da yasaklıyordu yasaklar!

Kaçarak da hatırlayabilir insan. Hatta kaçarak daha çok hatırlar. Kaçmak da bir eylemdir aslında hatırlamak da. Bir şarkıyı bir şiiri hatırlarsın ve bir eylem başlar yüreğinde.

Sultan-ı Yegah , 81'de bestelenmiştir, şairi de bestecisi de göçmüştür.

Sen 2021 'de, yasaklı, karlı bir gecede, evinin önünde bir eyleme katılırsın sadece üç kişilik.

Dolunay vardır , Ada'da bir zamanlar 'Ergüder Yoldaş 'a Gider' yazan ahşap tabelanın olduğu yokuştan çocuklar kaymaktadır.

Bestecisinin ölüm yıl dönümüdür üstelik ve sen şamdan gibi yıldızlarla donanmış gökyüzünü seyrederken mırıldanırsın;

Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın…

Şiir: Attila İLHAN (15 Haziran 1925 - 10 Ekim 2005)

Beste : Ergüder YOLDAŞ ( 6 Haziran 1939 – 25 Ocak 2016)