Geçenlerde 23. Dünya Enerji Kongresi çerçevesinde Türkiye ile İsrail arasında gaz koridoru anlaşması söz konusu oldu. Mavi Marmara Olayı, Türkiye’nin İsrail’e ciddi tavır takındığı bir olaydı. Nihayet 6 yıl sonra bir koridorda buluşma gerçekleşti. İşin bu yönü haber ve herhangi bir siyasal uygulamayı ilgilendirse de ortaya çıkan sonuçlar, aynı ölçüde basit kalmayacak şeyleri gösteriyor.

Aslında her siyasal uygulama; birçok alanı etkileyen sonuçlar, bazen problemler, çıkarır. Siyasetin insanları girdap gibi kendisine çektiği yer, tam da burasıdır…

Gaz Koridoru, hem iç hem de dış siyaset açısından birçok tartışma alanlarına gönderme yapar (hiç olmazsa bizlere göre): “Devletlerin düşmanları değil, çıkarları olur” genel geçer düsturu açısından hiçbir sorun ortada yoktur; herşey olağan ve meşru dairesinde hareket eder. Lakin araçsal aklın ürettiği ve son derece işlevsel olan bu düstur, gerçekten de belirli bir hakikati gösterir mi?

Yani kendi reel-politik iddiasında ne denli reel(gerçek) ve ne denli politiktir? Çıkarları olduğu söylenen devletlerin neden düşman ürettiğini açıklayacak mıdır? Çıkarların düşmana değil dosta yakın durduğu varsayılıyorsa; öne sürülen aynı çıkarlar, “devletlerin dostları olur” sonucunu neden çıkarmamaktadır?

Görülüyor ki; mevzu bahis edilen çıkarlar (menfaatler) ne dost ne de düşman üretebiliyor fakat ‘düşman’ kavramı üzerinden ilerliyor.

Sonra, devletlerin düşmanları değil, çıkarları olursa; devleti meydana getiren insanların, toplumların, tek tek kişilerin neden sistematik olarak düşmanları olabiliyor? Onlar da bir çıkar etrafında siyasal ve ahlaki bir pozisyon alamıyor? Hatta siyasal algı operasyonlarıyla düşmanlığa sevk ediliyor? Bu ve benzeri şeyleri incelemeye ve tartışmaya devam edersek, ortaya vahim tablolar çıkacağı şüphesizdir.

İsrail ilen yapılan ve yapılacak herhan gibi bir an(t)laşma iç siyasette başka resimler gösterir; masanın ucunda muhafazakâr bir iktidarın yer alması, kendi iddiaları ve meşruiyeti açısından sıkıntılı şeyler getirir. Gaz koridorunun şimdilik ciddi bir iç sıkıntı meydana getirmediği görülmektedir.

Mesela; Necmettin Erbakan’a gösterilen karşıt tutum ve ithamlar, ne mevcut iktidarın Başbakanına, ne de masanın ucunda yer alan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’a sergilenip dillendirildi. İşin bu tarafı asıl görmemiz ve değerlendirmemiz gereken başka yönünden nispeten önemsizdir.

Bizleri burada ilgilendirmesi gereken merkezi nokta; devlet dahilinde nükseden “İktidar(lık) –Muktedir(lik) Münasebeti”dir. Şayet buna yakından bakarsak; çok uzun, uzun olduğu kadar karmaşık bir tartışmanın bizleri beklediğini görürüz. Bu münasebetteki ağırlık merkezini oluşturan temsiliyetin ise akla zarar tutarsızlıklar taşıdığını tesbit etmek zor olmayacaktır.

Kısacası: Hem kendisi olan hem kendisi olmayan (gayrı) varlıksal durum içinde yani hem iktidar hem de alet hükmünde kalan durum içinde kendimizi “bul karayı, al parayı!” gibi bir oyun karşısında buluruz.

İsrail’in gaz koridoru büyük bir hazımsızlığa ve büyük bir gaz sıkışmasına neden olacaktır. Bölge ülkeleri ve siyaseti bakımından son derece kullanılışlı malzeme olan bu ve benzeri anlaşmalar, devlet(lu)ler arası koza dönerek hem içerde hem de dışarda kolaylıkla bizleri dahil ya da hariç edecekleri argümanlar taşır. İyi de biz enalttakiler ne yapmalıyız? Nerde durmalıyız?

Neyi kabul yahut red edeceğiz? Hangi ölçü(t)lere göre? vb siyasetin pinpon topuna çevirdiği, yığınlaştırdığı, kitleler ya da kamuoyu diye adlandırdığı o geriye kalanlar için işler kolay görülmemektedir. O halde itirazımızı bu yönde yoğunlaştırmamız gerekmektedir.

Hiç olmazsa İsrail ile başlangıç noktasını şöyle belirleyebiliriz: Devlet(lu) dan yani onun resmi kuruluşlarından mesela SETA gibi, Akademiden, diğer kurum ve kuruluşlardan bilhassa bölge ülkelerinin, hatta müslüman coğrafya-ülke tanımına girecek ülkelerin İsrail ile olan her türlü ilişkilerini gösterecek objektif çalışmaların (yazılı-görsel) ortaya konması.

Türkiye de dahil olmak üzere hangi ülke hangi kapsamda İsrail ile anlaşmalar katkılar hizmetler vb sunmaktadır? Mesela: SUUD’un Katar’ın Kuveyt’in İsrail’e olan katkılarının ABD yi geçtiği söylenmektedir. Mısır ondan izinsiz parmak oynatmamaktadır Mağrib (Fas, Tunus, Cezayir) İsrail’in arka bahçesi gibi kullanıldığı, FAS’ta Mossad’ın çok etkili yetkili olduğu iddiaları var. Libya’nın petrol ve diğer rezervleri silah karşılığında el altından İsrail’e peşkeş çekildiği de yazılıp çizildi.

Geçende Azerbeycan’ın İsrail ile olan ticari askeri ilişkleri gündemdeydi. Vb. kısacası: Her devlet(lu) İsrail ile antlaşmalar flörtler yapmasına, her birisinin ayrı ayrı katkılar-hizmetler sunmasına rağmen; hem kendileri aralarında yani diğer devletlere karşı hem de kendi içindeki yönetilenlere karşı bunu kart olarak kullanmakta çekinmemektedirler. Şayet bu genelde İsrail’in lehine olan “karmaşık ilişkiler”, objektif olarak (postmodern bir çağda objektif bir kesinlik istemek başlı başına suçsa da) ortaya konabilirse, bizler yani bunun sonuçlarına direkt maruz kalanlar, reflekslerimizi daha sağlıklı verebiliriz.

Burada başka sorunlar çıkmaktadır: İsrail ile olan bu “karmaşık” ağ, her devletin(lunun)onunla masaya oturmasını sağlayacak bir gerekçe, bir ölçü(t) sunacak mıdır? Yani madem her devlet(lu) o ya da bu şekilde masaya oturuyorsa birini diğerinden daha iyi yahut kötü yapan şey ne olacaktır?

Sonra; başka bir sorun İsrail ile olan bu “karmaşık” ağın belirlibir takvim ile sınırlı olup olmayacağıdır. Yani tarihsel konuma göre mi Yahudiler ile ilişkiler değerlendirilecektir? Eğer öyle ise bu hangi tarih dilimi olacaktır? Neyse ki; bu son soru kolay görünmektedir: Tabii ki İsrail devletinin kuruluşundan, Siyonizm’in bir devlet haline gelişinden sonra. Nerden bakarsak bakalım durum hiç de iç acıcı görünmemektedir.

İsrail’in çıkaracağını söylediği gaz, Filistin(liler)e ait olması başka bir trajedidir. Yazının başında da belirttiğimiz gibi; bu mesele, teorik ve pratik birçok alanı kapsayacak niteliktedir. Burada değenilen şeyler, bu bütünün sadece parçasıdır. Tıpkı maddi ve manevi çöken bir coğrafyanın kopan bir parçası gibi.

Twitter: @servetkzlay