Bazen bir Din, bir adamdır; Bazen bir Tarih, bir adamdır; Bazen bir Ülke bir adamdır; Bazen bir Şehir, bir adamdır. Kendisiyle özdeş kılınan adamlar vardır. Bu iyi olduğu kadar, kötü de olabilir fakat genelde iyi olan akılda ve gönülde kalır. Kötüler daha geçici bir izle özdeşlik kurarlar. Mesela; (baba ve oğul) Bush= ABD nin yakın dönem kanlı tarihidir; zulümler, katliamlar, yıkımlar ile eşitlenmiştir. Biz iyi olana yani kalıcı olana bakmakla doğru olanı yapmış oluruz. Zira İyi Olan şey, aynı zamanda varlığın da maksadıdır. Bütün varlık, iyi olandan çıkar ve iyi olana doğru koşmaya çalışır; her işin başı hayırdır ve bizler “hayrolsun!” deriz olup bitene karşı.

Geçenlerde bu şehrin sadece 28 Şubatta değil her zaman ve dönemde vicdanı olan bir adam, karısının gözleri önünde polislerin gövde gösterisi eşliği altında gözaltına alınıp ceza evine gönderildi. Kadrican Mendi dört yıl önce Başörtüsünün konu olduğu hakkında açılan bir davada ceza almış, cezası 5 yıl tekrarlanmamak şartı ile paraya çevrilmişti fakat hakkında açılan “başka suçlar” olunca, eski ceza da bozulmuş dolayısıyla yeni dava ile birleştirilerek infaz edilmiş oldu. İşin ilk tuhaf tarafı; “İslamcı” bir iktidar zamanında Başörtüsü ile ilgili cezanın hâlen mevcut olduğudur. İkinci tuhaf taraf ise; işin en iğrenç tarafıdır: Mensubu olunmayan bir şey ile yaftalanmak. K.Mendi “terör örgütü propagandası yapmak, halkı kin ve şiddete yöneltmek vb” suçlarla itham edildi. Kısacası PKK lı yapıldı. Dolayısıyla Onun hapise atılması şehirde nerdeyse bir sevinç yarattı. Ayrıca Devletin ne denli güçlü olduğunun da kanıtı sayıldı. Şimdilerde muhalefeti bertaraf etmeyi sağlayan en iyi araç olan iki kavramsal şekli FETÖ/PKK biryana bırakırsak, devletin herkesi kendi sopasıyla dövmesini aslında yadırgamamız gerekirdi. Yani alışık olunan bir durumdu bu olup bitenler. Mesela; hayatı boyunca ümmetçiliğe bağlı kalan Mehmed Akif de yeni ulus devletin “Milli Şairi” yapılmıştı. İnsanın kendini bir gecede hiç ummadığı yerde bulması, Türk siyasi geleneğinin cilvesini oluşturur. Ya da durum bizler için böyle formüle edilmiştir.

Kadrican Mendi’nin hapse atılmasını savunan ve sevinçle karşılayanlar, ne gariptir ki; devletin kendilerini 28 Şubatta mağdur ettiğini söyleyenler. Aynı devletin bu olayda yanlış yapmadığı (haklı olduğu) söyleniyor ise 28 Şubatta neden yanlış yaptığı, idda edilecek?! Şunu görmek gerekir: Genel olarak devlet, yapıp etmelerinde meşruiyet problemi çekmez. O her zaman haklıdır. Onu haklı ve geçerli kılan her dönemde üretebildiği karşıt söylemidir. Devlet için mal da çoktur, malzeme de. Lakin asıl sorun henüz çözülmüş değildir. Sadece ülkemizde değil bütün İslâm coğrafyasında siyaset, ciddi anlamda problemleri çözmeye muktedir olamıyor. Kısacası; yönetemiyor yalnızca idare ediyor. İç siyasette haklılığını güçten şiddetten alan kahramanlarla ve alkışlarla meselenin hallolduğu varsayılıyor.

Mütedeyyin ve muhafazakar insanlara modern iktidarın en pahalı bedeli sunuluyor: siyasetin ve devletin tek imkanı olarak sunulan (yeni) neo-makyevelizm ve neo-pragmatizm (çıkarcılık). İktidar karşılığında Ahlakın ve Adaletin takas edilmesi, en vahşi ikilemi de beraberinde getirmiştir. Buna kalkınma/ Adalet arasındaki gerilim de diyebiliriz, bir anlamda.

İttihat Terakki Döneminde Talat Paşa için anlatılan Yedikule zindanlarının pencerelerini büyütmesi 3 ay sonra da onun o pencerelerden dışarı bakması hikayesinde olduğu gibi, yarın kendi başına gelecekmişcesine adaleti herkes için isteme talebi, kulağa çok hoş gelir fakat başka açıdan sorunlar da üretir. Evet! Adalet, herkes için olması gereken bir vicdan ve akıl gerekliliğidir fakat bizim gibi ülkelerde her artan şiddet ve adaletsizliğin peşinden dünyada geçerli olan siyasal entegrasyon modelinin yasalaşmış-kanunlaşmış parçalarının düzenli dayatılması, yadırgatıcı bir durum sayılmalıdır. Kısacası: Adalet kavramının göstergesel değişiminden, onun müslümanların -tıpkı siyaset gibi- çözemediği önemli problemlerden biri olduğunu görmemiz gerekir. Kalkınmayı bu denli önceleyen (insanı homo-economicus olarak tarif edecek kadar radikal) modern dünyanın paradigmasının adaleti anlaşıldığı şekliyle “universal” boyutta temin ve tesis edemeyeceğini görmemek de başka bir aptallıktır. Siyasette devletlerin çıkarları herşeyi belirlemesi, zaten daha baştan adaletin ruhuna fatiha okuyan bir şey değil midir? Bu konu çetin meseleleri daha derinlemesine tartışmayı gerektirir fakat ahlakın ve adaletin insandaki tezahürleri çetin bir aşamayı değil, sağlam ve temiz bir şeylerin kalmasını gerektirir.

Bir Öneri:

Devlet şayet insanları siyasi gerekçelerle illa hapise atacak ise; o atacağı kişinin geride kalanlarına (çoluk çocuğuna) standart bir memur maaşı kadar para bağlasın. Bu para (maişet) süresi, o kişi içeride kaldığı müddet boyunca sürsün. Olur ki; kişi, geçimini sadece kitapçılıktan temin eden, eşi ev hanımı, küçük çocukları bulunan biri olur. Şayet, para (maişet) bağlama konusunda bir karışıklık olacağı düşünülüyorsa, bu gereksizdir. Çünkü içeri atabilen devletin her türlü istihbarat kuruluşları, isterse kişilerin mal varlıklarını (dolaylı bile olsa) anında öğrenebilir ve mal varlığının geride kalanlara yetip yetmediği ortaya çıkarılabilir. Böylelikle bari adı “İslamcı” çıkmış bir iktadardan yarın geriye sadece sekülerizme zemin hazırlamış bir yapı değil onu az da olsa aşan farklı bir miras kalabilir.

Twitter: @servetkzlay