Bunca yıkım ve talan arasında İsrail’i halen tanımamak ya da tanıyamamak çok tuhaf bir durum olsa da ortada bir “tanımak” problemi olduğu, göz ardı edilmemesi gereken noktadır. Siyasal olanın tanımak istediği ve tanıtmak istediği İsrail, bizlerin ısrarla ayağına dolanmaktadır. Bu husus, yalnızca ülkemizdeki devlet(lu)ya ait ve  aşmayı düşündüğü zorlu bir problem değildir; bölge ülkelerinde de aynı problem, bir gerilim alanı olarak öne sürülüp durmaktadır. Demek ki; “Tanımak” denilen şeyin ilk gerilim alanı, siyasetin zorladığı ile aklın ve vicdanın zorladığı alandaki uyuşmazlıkta oluşur: Siyasetin çıkarları, kirli ilişkileri; aklın ve vicdanın kendine temel almak istediği ilkeleri vardır. Çıkar(menfaat) / İlke (kanun) dikotomisinin siyasette ağırlıklı olarak her daim çıkar lehine sonuçlanması, alışılagelen bir durumdur. Lakin “her zaman papaz pilav yemez” sözü kendini, İsraili tanımak mevzusunda az da olsa hatırlatır. Öteyandan modern siyaset (tarzı) bizi zorlayan ve şekillendiren yapısını ön plana çıkarken, kendisini zorlayan ve şekillendiren şeyleri hızla geçmek istemektedir. Belki buyüzden makyevellist ve pragmatist işlevler, devlet denilen aygıtın en meşru, en yaygın özelliği olarak kabul görmektedir. Şayet kullanabilirsek “İsrail’i tanımak” konusunda elde edebileceğimmiz en büyük avantaj; devlet(lû) denen şeyi, neyin zorladığını ve neyin şekillendirebildiğini sorgulama imkanıdır.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “HAMAS’ı, İsrail’i tanıması için ikna etmiştik” şeklindeki medyaya düşen beyanatı ve ondan daha önce buna benzer değişik haberlerin gündeme gelmiş olması, çok büyük infiale yol açmadı. Aksine hemen peşinden gelen hikmetli açıklamalar, bizleri İsrail’i tanımaya ikinci kez davet etti. Halbuki M.Çavuşoğlu gibilerin unuttuğu şey, Müslümanların (bölge ülkelerinin) İsrail’i çok iyi tanıdığı –bildiği-için, onu tanımayı-kabul etmeyi red ettikleri gerçeğiydi.

İsrail’i tanıtmak konusunda anlatılan en tehlikeli ve aldatıcı (yalana ve sahterkarlığa dayanan) siyasal söylem, Filistin’in devlet olarak tanınacağıydı: Sözde karşılıklı nerdeyse “eşit ve adaletli” iki devletin yine eşit şartlarda masaya oturacağıydı. Filistin’in tek yapması gereken, İsrail’e “seni tanıyorum!” demesiydi. Olay bu kadar basitti. Oysaki durum tam tersini gösterir: Filistin’in devlet olarak kurulabilecek teritoryal bir bütünlüğü, siyasal bir organizasyonu, gerekli ve yeterli bir donanımı bulunmamaktadır. Şöyle örnek verelim: Buradaki durum, Türkiye’de sadece iki ayrı uçta bulunan Edirne ve Kars şehrinde yaşayanların bütün bir devlet olma iddiasında bulunması gibidir. Bu ne kadar saçma ise, Filistin’in devletine kalan toprakta bir devletin işleyebilmesi o denli güçtür. İşin enteresan tarafı; kendi toprak bütünlüğü söz konusu olduğunda hassas davranan Türkiye Cumhuriyeti devletinin; Filistin’de parçalanmış bir devletin olabileceğini, Suriye’de ise binlerce farklı silahlı gurupların Suriye’nin toprak bütünlüğünü temin ve tesis edebileceğini, savunmasıdır.

Hamas Lideri Halid Meşal’in geçen gün Hamas’ın 25. Kuruluş yıldönümüde yaptığı; “Biz Yahudilerle birarada yaşayabiliriz, işgalcilerle yaşayamayız” açıklaması yani yaptığı Yahudi/İşgalci ayrımı, birçok gösterge alanları üzerinden değerlendirilebilir fakat en vahim olan düzey, bu açıklama üzerinden oluşturulmaya çalışılan siyasal algıdır. Türkiye’de İsraille “Normalleşme”yi savunan (ki bunlar içinde iktidardan dolayı sürece Müslüman cemaatler, STKlar da önemli ölçüde dahil edildi) kesimlerin iştahı kabarmıştır. Dolayısıyla  “mal bulmuş mağribi gibi” açıklamanın üstüne atıldılar. H.Meşal’in çaresizliği bir kenara bırakılacak olursa öncelikle şunun altını çizmekte fayda vardır: Resmi kayıtlara göre (herşey çok açıktır) Filistin topraklarındaki Yahudi Nufusu % 2.7 dir. Bugünkü nufus politikaları, işgalci Siyonist İsrail’in nufus politikalarının zorunlu bir sonucudur. Yani; İsrail’deki Yahudi popülasyonu- sayısal yoğunluk ve dağılım- tesadüf sonucu oluşmamıştır; bir panayıra toplanan insanları da göstermez. Öteyandan ‘İsrail’in zaten geçici bir durumla bölgede Karakol görevini yaptığı, sonra tamamen ortadan kaldırılacağını’ vb görüşleri dillendiren sözde tezler, ortalıkta dolaşıyordu. 20 yıl önce CB Erdoğan’a danışmanlık yaptığı söylenen birinden bizzat bunları dinlemiştim. Üstelik bu gibi meseleleri “çok büyüttüğüm, abarttığım” için azar işittiğimi hatırlarım. Gelinen nokta 20 yıl öncesini mumla aratmaktadır. Bu süre zarfında İsrail’deki işgalci yerleşim alanları % 60'ın üzerinde artmış, kalıcı hale gelmiştir.

İsrail’i çok iyi tanıyanların onu tanımamaları (kabullenmemeleri) gayet anlaşılır bir durumdur fakat politik ayak oyunları, son kale olan akl-ı selim ve kalb-i selime saldırmaktan, bunları yıkmaktan ve İsrail’i zorla kabul ettirmekten geri durmayıp sürekli saldırmaktadır ve bundan vazgeçmemektedir. Filistin meselesinin “ulusal devlet kapsamında, herhangi bir politik anlaşmazlık” gibi sunulması, bu saldırı projesinin devamıdır. İsrail’i tanımayanlara (gayrı meşru görenlere) karşı; “politikanın reelden gerçeklikten hareket ettiği, bu gibi tavırların düşüncelerin bir hayalden öteye geçemeyeceği” alay edilerek söylenir. Lakin İsrail’in bölgedeki bizatihi kuruluşu-gelişimi, bu türlü politik gerçekliği merkeze koyanları, baştan ayağıya yalanlar.

İsral’i tanımamak, insanın halen insan kalabilmesi için verdiği mücadelenin adıdır ve politik angajmanlardan çok daha derin bir yerde durur.

Twitter: @servetkzlay