"Kapitalizm ve Teoloji”, teorik olarak bakıldığında aralarında birbirlerine yaklaştırılamayacak kadar uzun mesafeler bulunan iki kavramdır. Aradaki derin ve onulmaz çelişik durum, her zaman kaybolmayacak şekilde kendini ilkelerde dayatmaya devam eder.

Yani onları birleştirmeye ve uzlaştırmaya çalıştığımız her defasında “kan uyuşmazlığı” ortaya çıkar...

Tıpkı İsrail’in mevcudiyetini ve politikalarını bizlere normalleştirmeye çalışan bütün sosyal bilim teorilerinin tutmaması gibi: Binlerce kez dikiş atılmasına ve sürekli olarak halen bile denenmesine rağmen; İsrail’in mevcudiyeti (Avrupa’da bile), akl-ı selim ve kalb-i selimce meşrulaşamadı. Bugün devlet(lu)lerin Onunla anlaşmalarını kısık sesle yapmaları bunu gösterebilir.

Kapitalizmin kökenini, gelişimini ve işleyişini araştıranlardan, onun üzerine kafa yoranlardan gerek Karl Marx olsun gerek Fernand Braudel gibi benzerleri olsun onu dünyanın maddi tarafına bağlayarak izah getirmeye giriştiler.

K. Marx onun kökenini üretim araçlarının değişmesinde, F. Braudel ise malların mübadelesinde (mübadele temelli bir okuma ilen) bulmuştu. Hatta 20.yy da Kapitalizmi ekonomi ilminin verileriyle sistemleştiren Alman Tarihçi Ekol ve Viyana Ekolü (Joseph Schumpeter.. vb) onun kendi bağımsız yapısını yine Kapitalizmin dünya içindeki maddi müstakilliğine (para ve piyasa ilişkisi) gönderme yaparak izahla yetindiler. Lakin bu teoriler Kapitalizmin hayatiliğini yani hayatta kalabilmesini, sürekli büyüyen, insanları karanlık bir girdap gibi içine çekebilen tarafını yeterli açıklamıyordu.

Bütün bu teorilere yeni soluk getiren Max Weber, Kapitalizmin kökeninde maddi şeylerden biraz daha fazlası olan politik ve kültürel dünyada ortaya çıkan rasyonel bir süreci keşfetti. Bu rasyonel işlemlerle destekli süreç, girişimcilik ruhuyla temerküz ediyordu. Yani Kapitalizmi ayakta ve hayatta tutan şey, bir “ruha” bağlanmıştı; Protestan Ahlaka.

M. Weber’in “Kapitalizmin teolojisine” gönderme yapan tespiti, çok önemli ufukların açmasını sağladı fakat Kapitalizmi insanlar nezdinde, dünyada, hayatta ve ayakta tutan şeyi daha ileri götürerek açıklamıyordu.

Kanaatimizce Kapitalizmin Teolojisini çözmedikçe üretim araçlarının, paranın, mübadelenin, piyasa ekonomisinin…vb çerçevesinde kalınmasıyla onun sadece suretlerine dokunulmuş olur, onu asıl kaim kılan şey ise atlanmış yahut söylenmemiş olur.

Kapitalizmi asıl ayakta tutan şey, onun teolojisidir. Daha dar anlamda söylersek onun insanlara sunduğu Eskatolojisidir. Yani insanlara sunduğu-gözüne soktuğu- ahiret (cennet / cehennem) öğretisidir. İnsanların ihtiyaçlarından fazlası, burada kurulur. Onların ihtiyaçlarından kaynaklanan, modern ve teknolojik şatlar ile desteklenen zorunlu şeyleri, Kapitalizmi hayatta tutan asli şeyi oluşturmaz.

Mesela; faturalar, çocuk giderleri, mutfak – yeme / içme, kaçınılmaz harcamalar… vb sadece insanları kapitalizme entegre etmek için sınırlı araçlar sunar. Gerçekte onun sunduğu şey, dünyadaki cennet (kader)dir…

İnsanları ihtiyacından fazlasına çalıştırmak ve biriktirmeye sevk etmek, normal koşullarda “anlamsız” yahut gereksiz bir eylemdir. Bu türlü gereksinimler, belli bir ölçüde, “Hız”ı açıklayabilse de Kapitalizmin insanda uyandırdığı, peşinden deliler gibi koşturduğu tutku mantığını yani Haz’ı açıklayamamaktadır.

Kapitalizmin vaadettiği hayat ile gösterdiği ve yaşattığı hayat arasındaki çelişki; alay ettiği küçük gördüğü Mitolojik unsurlardan ve anlatılardan daha büyük ve daha tutarsızdır. O tek boyutlu insan tasarlar. Fizik (dünya tasarımı) kendinden başkasını şeyi göstermez. Hem cennet teolojik ıstılah ile ahiret buradadır hem de çoğunluk –reelde- cehennemde yaşar.

Çalıştığımız ve bol para kazandığımız sürece cehennemin olmadığını söyler fakat elde edilen kâr-metâ- insanı daha fazla çalışmaya ve kazanmaya yöneltir. Yani vadettiği Cennet, kısa süreli bir mola yeridir. Kapitalizm’in ahireti; ideal cenneti, süreksizlik (kesintili) niteliği, çalışma ve bol kazanç sürekliliğine bağlanır. Gösterilen ve vaadedilen cennet, orada gözümüzün ta içine kadar yakınlaşmıştır fakat ona ulaşmak çok az sayıda (dünyada %10’a en fazla) müminine nasip olur.

Geriye kalanlar, cehennem kaderine mahkumdur. Cennettekilerin de çok fazla heyecan yapmalarına gerek yoktur; şayet ne olursa olsun bol kazanç elde etmediklerinde birden bire cehennem çukuruna yuvarlanmaları yani diğer çoğunluğun yanına gitmeleri kaçınılmaz olur. Bu yüzden cehennemde yaşayanları-belirli bir gelir durumunda olanları- daha fazla aşağıya atarak cennetleri inşâ edebilmeleri sağlanır.

Dolayısıyla “Rekabet” kavramı, maddi olmaktan çok teolojik bir kimliğe bürünür. Din’in insanlara yasak kıldığı; hased, kin, tamah, …vb olumsuz anlamlar, tam tersi anlama kavuşur. Yani olumlu ve müsbet karektere bürünür.

Kapitalizm Teolojiyi yadsıyarak kendini ve yasalarını kurduğu varsayılır. Oysa olan biten şey, insanın kökeninde yatan derin dinsel boşluktan kendi dünyasını kurmasıdır. Tabii ki bir şartla tam tersi simetride oluşturulan bir yapıya kavuşmasıyla. Carl Schmitt modern devletlerin kurulmasını da aynı “teolojik mantığa” bağlar ve bunda son derece haklı görünür.

Din’in ahireti; ekonomi-politiğin aksi yönde ilerler: Dünya isteyen ahireti, ahireti isteyen dünyayı isteyemez. Bu “diyalektik” karşıtlık, onu dünyada olduğu halde dünya ilen olmayan (ikâme etmeyen) kılar. Bütün insanlar bunu açık ve kesin olarak hem sezgisel hem de bilişsel bir düzeyle bilir. Tıpkı Kapitalist olmadığı halde, insanların onun vaadettiklerine ulaşmak için ne yapmaları gerektiğini bilmeleri ve sezmeleri gibi. M. Weber’in de haklı olarak değindiği gibi; Protestan ahlak, kadim dünyanın sözü edilen bu karşıtlığı (dünya/ahiret) eşdeğerliliğe indirgedi.

Böylelikle başta Din açısından ahiret dünyadan daha büyük iken; ilkin eşit, daha sonra ters konuma yani ahiret dünyadan küçük, dünya ahiretten daha büyük konuma geldi. Şimdi; bütün teolojik yorumlar, aslında dünyayı açıklamak için değil dünyayı daha büyük “eşitlemek” için yapılıyor.

Kapitalizmin teolojisi önemli ölçüde buradan besleniyor. Dolayısıyla Protestan ahlak üzerine söylenen analizler, belirli bir haklılığa kavuşuyor. Lakin şöyle bir şey daha var: Büyük(lük) ve küçük(lük) arasında hüküm daha net iken, eşit(lik) konusunda eşit olmayanın (maddi güçü elde bulunduranın) hükmü konuşmaya ve yorumlamaya devam ediyor.

Twitter: @servetkzlay