Bu ilk buluşmamızda, ben bu bahar coşkusuyla ilk papatyalardan, komşuda açan şakayıklar ve nazlı manolyalardan bahsedecektim ki.. Yine kısmet olmadı..

Ard arda kaç zemheri,

Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.

Dışarda gürül gürül akan bir dünya...

Bir ben uyumadım,

Kaç leylim bahar,

Hasretinden prangalar eskittim. (A.ARİF)

Ankara’m kan ağlıyor.

Daha bir ay önce sokaklarında yürüdüğüm , otobüse binip anneme giderken hayran hayran caddelerini seyrettiğim Kızılay kanıyor…

Bir şehirde sadece doğmuş olmak bile orada yaşamasanız da ömür boyu taşıyacağınız bir sorumluluk verir. Ankara benim sadece doğduğum değil her gidişimde taşrayla kent arasındaki farkı gördüğüm, köklerimin saadetle yaşadığı büyülü şehirdi…

Bakmayın gri falan dediklerine bana en renkli yüzünü gösteren bu şehirde, sahici akrabalık, medeni komşuluk, gerçek vatandaşlık, sosyal devlet, çalışkanlık ve asalet görürdüm ben.

Hiç bitmeyecekmiş gibi uzun süren bol tehirli tren yolculukları, ışıl ışıl gar, büyülü Çankaya, dedemin topraktan değil nerdeyse kayalardan yetiştirdiği kayısılar, pazardan taze nohut, acur, Sümerbank, Opera, TRT, Miş Miş in dondurması, Arefe günü YKM’den alınmış rugan ayakkabılar, Kızılay’da döner ekmek-piyango, Ulus’ta Zafer Anıtı, Kuğulu’da kuğularla paylaşılan simit, Akman pastanesinde boza-ayçöreği, Gençlik Parkında dönme dolapta çocuk kahkahalar…

Sadece bu yaşadıklarım için bile Ankara’ya bir ömür borçluyum.

Güvenpark…Hiç görmeyenler ya da içinden geçip de dikkat etmeyenler için bahsedeyim. ”Güvenpark adını Emniyet Abidesi olarak anılan anıttan alır. Güvenpark’ta Türk Ulusu’nun polis ve jandarmaya olan güvenini yansıtan ve Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda beraber bulunduğu arkadaşlarını temsil eden heykeller vardır. Bu heykeller insan zekasını, çiftçinin tarım çalışmalarını simgeler. Mamak taşı kullanılan kaidesinde Atatürk’ün “Türk, Öğün, Çalış, Güven” özdeyişi vardır…”

Tam on yedi yıl önce depremden hemen sonra kucağımda oğlum Ata ile Güvenpark ‘ta bir otobüse koşarken…

Bir seyyar satıcının sesi kulağımızda aniden patlamış ve Ata korkup ağlamıştı. Bu dört aylık bebeğimin ilk kez gözünden yaş geldiğini görmüş ve o inci tanesini sevgiyle öpüp bu anı hiç unutmamak üzere hafızama kazımıştım ”Güvenpark bir pazar günü Ata’nın ilk gözyaşının aktığı yer..”

Yıllar sonra yine bir pazar …Yine gözyaşı…

Ahh Ankara’m, Ahh güzel vatanım, ahh ülkemin kalbi… En genç gülüşlerini en genç hayallerini mi savurdular şimdi gökyüzüne? 193 milyon yıl önce deniz olan, bağrından mürekkep balığının fosilleri çıkmış olan senin eli kalem tutan gençlerini mi boğdular acılar denizinde? Anadolu`daki insan karakterli ilk fosil primat kalıntıları sendeymiş de bu yüzyılın Türkiye’sinin insan karakteri de mi ölmüş sende?

Ahh Kibele, kim inanır şimdi senin bir zamanlar bu şehirden yeryüzüne bereket dağıttığına? Ahh Alaaddin Keykubad, ahh Beyazıt, ahhh Hacı Bayram Veli;

Ahh erenler aşkına, Mehmet Akif’in mısraları, zeybeklerin, ahilerin hatırına…Erenlerin yüzü suyu hürmetine… Ahh Ata’m! Atam’ın hatırına…

Ahh Ankara’m, Sen değil misin aydınına, şairine Ankara Kalesi gibi dik durmayı, kalenin burçlarındaki bayrak gibi onurlu yaşamayı öğreten? Necip Fazıl’ı, Nazım’ı, Yılmaz Güney’i, Ahmed Arif’i Ulucanlar’da parmaklıklar ardında da olsa bağrına basan sen değil misin? Milyonlarca memuru , öğrenciyi sen değil misin göğsünde uyutan? Karanfil’de, Sakarya’da sen değil misin kitap sayfalarına sevdalıların kenetlenmiş ellerine umudu aşılayan?

Gönlümü atsalar da dünyanın bir ucuna,

Düşer bir gülle gibi Ankara’nın burcuna,

Bilmem şahin sığar mı avuçların ucuna,

Ankara’da ben böyle çırpınarak yaşarım.

Behçet Kemal ÇAĞLAR

Ahh zaferim, onurum, bağımsızlığımın burhanı, telli turnam, nazlı sunam, çiğdem çiçeğim, asil kedim… Şimdi sen vuruldun diye , şimdi sen kanıyorsun , yaralısın diye seni terk edecek değilim Ankara’m. Gel kara gözlerinden öpeyim geçsin…