George Orwell ‘1984’ adlı eseri yazdığında devletin güvenlik amacıyla yatak odalarına kadar gireceği düşünülmemişti. Bunu yapabilecek bir meşruiyet zemini de sanıldığının aksine henüz ortalıkta yoktu. Teknolojik araç-gereçlerin verdiği hız, zaten bilgi-norm-disiplin toplumuna geçişi daha sistematize etmişti. Geriye kalan sosyo-kültürel yapının olup bitenlere ayak uydurmasıydı. Bunlar işin maddi yönünü oluşturuyordu.

Yani makinanın kendisinin çalışma düzeneğiydi fakat makinayı kuran / ayarlayan formu tam olarak ele vermiyordu ve onun uzun geçmişini ince tülün arkasına saklıyordu. Disiplin-baskı-denetim aslında Avrupa’nın zihin dünyasının en merkezi yerini işgal ediyordu. Fizik- Metafizik bütün alanlarda şaşmaz biçimde çalışan şey buydu. Doğaya boyun eğdiren, insanı ucube kalıplara döken anlayış; öncelikle Tanrı’yı disipline etmeyle, onun sesini bastırmayla (her şeye karışan bir tanrıyı susturmak), sonra da Tanrıyı kendi denetiminde kullanmayla işe başlamıştı. Kiliseye isyan, özgürleşen insanın feryatları değil o iğrenç mekanizmanın kısık ve cılız sesiydi. Sömürge kültürünün bu zihniyetin gölgesi altında çıkması ne denli tesadüf olabilirdi ki?!

Gerçekten de insanlık tarihi boyunca ortaya çıkan bütün sosyal-kültürel-siyasal oluşumlar; disipline etmek, baskı altına almak, denetime tabi tutmak şeklinde okunabilir. Mesela; hayvanların evcilleştirilmesi, bitkilerin kültüre alınması, insanların işbölümüyle örgütlenmesi gibi fakat Avrupa’nın aynı mekanizmayı aynı anlamla ve aynı sentaksla düzenlediği nasıl söylenebilinirdi ki!? Kısacası; varlık alemi, çoktan beri kendi vücudiyetinden sıyrılıp nesneye (varolana) çevrilmişken aynı anlamı aramanın nasıl bir önemi-değeri kalacaktı ki?

Paralel ahlâk diye tanımlayacağımız bir ahlâksızlık modelinin kökleri ve gerekçeleri anlaşılacağı üzere uzunca bir yer işgal ediyor. Bu ahlâksızlık modeli; ahlâkın en temel sınırlarını dağıtan, insanları en mahrem yerlerinden yakalayarak sadece politik değil her türlü şantaj malzemesi olarak öne süren bir model. Çalışma düzeneği de kendi amaçları gibi iğrenç.

Bütün her şeyi, her türlü şekilde sonuna kadar kullanmaya ayarlanmıştır. Yani niyeti ne ise akıbeti de o olacak şekilde paralel olarak ilerler. Paralel ahlâk dediğimiz şeyi, pragmatizmin (çıkarcılığın) en ileri safhası olarak görebiliriz fakat bu da yanıltıcı olabilir. Zira buradaki benzerliğin yanında farklılığı kaçırabiliriz. Yine Onu siyasal Makyavelizm olarak da okuyabiliriz fakat burada da aradaki farklılığı kaçırabiliriz. “İnsan, insanın kurdudur!” diyen Thomas Hobbes dahi, paralel ahlâkın ürettiği anlamı kastettiği söylenemez.

Kısacası; Paralel ahlâk, hakkında ciddi çalışmayı gerektiren bir ucube olarak karşımızda durmaktadır. Üstelik en aşağılık hayaletlerin bile kendisinden iğrenebileceği bir çirkefliktedir.

Paralel ahlâkın en tehlikeli tarafı, onun hareket seyridir: bu hareket, sudaki halkalar gibi giderek büyüyerek hayatı işgal edecek niteliktedir. İlkin Batı düşüncesinde kendini somutlaştıran, oradan siyasal yolla Devlet(ler)e devreden, oradan da aşağıya doğru Cemaatlere yayılan, oradan daha aşağıya inerek Cemiyetlere nüfuz eden fakat hareketi kesilmeyen en küçük birim olan bireylere kadar inen bir harekete sahip.

Evet! her ahlâk modeli zorunlu olarak bir diğerini etkiler. Pratikten çıktığı için öyle ya da böyle işlevsellik taşır. Bu hareket seyrinin bireylere kadar inmesi, felaketin başlangıcıdır. Artık gündelik hayatımızda herkes herkesi dinleyebilir, yazılı ve sözlü kayıt altına alabilir, gizlice kişisel bilgilerine ulaşabilir ve her türlü şantajı uygulayabilir bir vaziyette…

En fenası bunun giderek artan bir biçimde içselleştirilmesi, normal olarak kabul edilmesi. Mesela; hiçbir sıkıntı ve çekince olmadan “seni (üç ay) dinlettim” diyebiliyor insanlar. Evlere böcek konabiliyor, kişi hakkında “deliller” toplanabiliyor. Kalem kameralar, ajan programları, böcekler vb. şeyler pazarda satılabiliyor. Ulaşımı kolay bir istihbarat yapıldığı zannedilerek hayatın içine yerleştiriliyor. Hükümet, yasal olmayan dinlemeler vb. şeyler hakkında sert tedbirler aldı fakat bu tedbirler, bazı durumlarda halen yeterli düzeyde işletilmemektedir.

Paralel ahlâk, devlet(ler)in ahlâk modelinden öğrenilmiş bir ahlâk olarak kaldığı müddetçe hangi gerekçe ile suçlanabilir?

Onu devletten ayıran şey, fiillerinin başka iradeler için çalıştırılmasıdır. Elde edilmesi düşünülen çıkarlar, en düşük seviyede kullanılan, en düşük seviyeye hizmet eden bir yapıdadır. Fiillerinin kendisi; erdeme, iyiliğe yani ahlâkın değer oluşumuna daha baştan karşı çıkar. Oysa Devlet denilen şey, kabul etsek de etmesek de “toplumun yüce menfaatleri” adına bir meşruiyet zemini bulmaya çalışır.

Yani bizim adımıza dahi olsa iyilik yaptığını iddia eder. Paralel ahlâkın faillerinin din adına bu ahlâksız modeli kendilerine yol yapmaları, işin sadece siyaset düzlemiyle kalmamasını da beraberinde getirir. Yani vaziyet, bir siyasal iktidar meselesini aşacak boyutlardadır...

Milyonlarca kişinin kişisel bilgilerinin kaybolduğu bir dünyada yaşıyoruz. Lakin insan denilen varlığın daha önce kaybolduğunu anlamadan!

Twitter: @servetkzlay