Kemal Tahir, olağanüstü bir şiirsellikle ismini verdiği eseri “Rahmet Yolları Kesti”yiyazarken, son dönem Türk solunun anlamak istediği hiçbir olumsuz, çirkin anlamda “rahmetin yolları kestiğini” söylememişti. Bilakis eserdeki rahmet, yolları yerden bitecek şekilde olumlu şekilde açıvermişti.

Hatırlarım: Sadece bu şiirsel başlık bile beni öylesine etkilemişti ki; öğrencilik yıllarımda ‘Atatürk Öğrenci Yurdu’nun o küçük ve çaresiz odasından çıkmadan bir solukta okuyuvermiştim.

‘Rahmet yolları kesti’ ifadesi, sadece solun teolojiye (Dine-diyanete) karşı olumsuz tutumundaki anlamla ele alınması bir yana şimdide kendilerini teolojiyle iç içe görenler tarafından da farklı bir olumsuzlukla ele alınmaya başlandı. Yani sol için rahmet, zaten tüm teolojik alanın kendisi gibi yolları kesen bir şeyken, şimdiki katı bakışın hakim olduğu sağcılar için de böyle bir ifade söyleyen için affedilmezdir…

Solun tepkileri bir nebze anlaşılır fakat meselelere kaba ve kör bakan sağcıları anlamak zordur. İŞİD, sadece bir siyasal hareket değil bir zihniyet olduğunda yapacak çok az şey kalır. Rahmet ortada yokken yolları kesen şey, insanın boğazını kesen şeyle aynı olur.

Bütün İslâm coğrafyası mektep ve meşrebi ne denli farklı olursa olsun “İŞİD zihniyeti”ne teslim olmuş gibidir. Sunni’si - Şii’şi aynı refleksleri kendilerince haklı gerekçelerle ortaya koymaktadır. Siyasal iktidar odakları teolojik meşruiyeti kullanarak, coğrafyayı kan gölüne çevirip harabeye dönüştürecek araçlar sunmaya devam ediyor.

Lakin işin en kötü tarafı bundan sonra: İslâm coğrafyasına laiklik ve sekülerizm, şiddet yoluyla kalıcı bir şekilde gelecek!. Bizim gördüğümüz şey, bu şiddet sarmalının teolojik alanı daha fazla süpürdüğü şeklindedir. Nitekim Avrupa’nın yaşadığı ve geçirdiği evreleri, iğrenç biçimde yaşar ve geçirir gibiyiz.

İlerlemeci teorilere karşı olmama rağmen ortaya çıkan benzerlikler, rahatsız edici biçimde paradoksaldır. Oysa şiddeti ortaya çıkaran ve onu uç noktada savaşa süren güçler, Dini daha fazla siyasal bir görüntüye büründürme, canlandırma peşindeydiler. Gelinen nokta; sosyo-kültürel olarak meselelerin çözümsüzlüğü yönünde artmasıyla birlikte siyasal kaosu da hız kazandırmıştır. “Yıkmadan Kurulmaz!” metaforlarıyla sorunları izah etmeye çalışanlar, bir yıkımın her zaman kuruluşu beraberinde getirmeyeceğini görmek istemedi. Sonuçta yıkımlar paralel biçimde başka yıkımları tetikledi ve halen tetikliyor.

Merhametin sessiz sedasız kalbimizden, aklımızdan ve ruhumuzdan çekilişi, kanserli bir virüs gibi gündelik hayatımızdan başlayarak diğer alanlara kadar sıçrayan kötülüğü yayan çekilme oldu. Ahlakta başarıya, ekonomide çok kazanmaya, siyasette iktidara ayarlı bir mekanizma bizleri Avrupalılardan daha başka şekilde esir aldı.

Göstergelerin hareketlerine ve geldikleri yerlerine bakarak Post-modern teorilerin, iddia edildiğinin aksine zıt bir görüntü çıkardığı söylenmelidir: Post-modernizm, totaliter olan ne varsa daha fazla üretti. Modernite teorik olarak baskıcı olmasına karşın, Post-modernizm pratikte ona rahmet okuttu. Göstergebilim açısından durum, mantıksal anlaşılırlığa sahiptir. Yani farklılık ve çeşitliliği savunanlar, şiddetin en fenasını yaptı ve en fenasına yer yaptı. İnsanlığı kurtarmak, bir çare olmak için bizlere büyük teoriler sunanlar, Rahmetin-merhametin köküne kıran getirdiler. Kısacası: “İnsan, insanın kurdudur!” Bizlerin de düsturu oldu nihayet.

İslâm coğrafyası tarih boyunca büyük belalara, istilalara, yağmalara, yıkımlara maruz kalmıştır fakat hiçbir zaman bu denli; başarıya, kazanmaya, iktidara ayarlı bir tutumla her şeyin meşru olabileceği ve her şeyin meşru görülebileceği bir anlayışı benimsememişti. Gün geçtikçe bunlara karşı Niccolo Machiavelli’nin Prens’i zemzemle yıkanmış bir hâle geliyor. Mabetlerin bombalanması bir yana mabetlerin içine girip din adına katliam yapılmasına kadar vardı kepazelik.

Kötünün kötüsü var tabii daha bitmedi. En fenası, insanlığın sükut ettiği bir olay: Küçücük bir çocuğun üzerine patlayıcı düzenek kurulması, insanlığın patlatılması. Elinde bir çikolata, herşeyden habersiz söylenen yere oyun adımlarıyla giden, gözlerinde binlerce yıldız parlayan küçücük bir çoçuk….o sahne nedense gözlerimizin önüne geldi ve tıpkı bir film izler gibi orada onu seyre daldık. Keşke büyük bir edebiyatçı o çocuğun gözünden herşeyi anlatsaydı bizlere. O zaman rahmetin yolları nasıl kesebileceğini anlayabilirdik belki.

Bütün gelişmelerden ortaya çıkıyor ki; coğrafyada bu savaşın tek kazanı olacak: Sekülerizm. Kurtuluşu, sadece siyasal bir iktidarın sırtına yükledikçe rahmetin yolları açmayacağı aşikardır.

Kemal Tahir’in Rahmeti yolları keserek açmıştı. Yani Köylüler için eşkiyaların kaçmasını engellemiş, çalınan paraları geri getirmiş, eşkiyaları cezalandırmıştı. Bakalım Rahmet – merhamet bizlerin sosyo-kültürele varan kötü kaderini keserek, yolları açacak mı yoksa daha fena tutacak mı?!

Twitter: @servetkzlay