AK Parti’de ilçe kongreleri heyecanı tüm hızıyla devam ediyor. Son olarak Pazar günü, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce’nin katılımıyla Serdivan 3. Olağan İlçe Kongresi gerçekleşti. Bakan Güllüce kongrede yaptığı konuşmada, 90’lardaki Tuzla Belediye Başkanlığı dönemine dair birçok tecrübesini partililerle paylaştı. O karanlık yılların özünü anlatan, Eski Türkiye’yi yeni Türkiye’ye taşıyan temel saiklere yönelik önemli dokunuşlarda bulundu.

Kongrenin ayrıntılarını ele almayacağım. Bakan Güllüce Sakarya programının devamında evleri kentsel dönüşüm projesi kapsamına alınan Erenlerdeki Roman vatandaşları ziyaret etti. Ziyarette yaşanan güzel bir ayrıntıya binaen konuşsak bugün daha iyi olacak.

Şöyle güzel bir sahne yaşanmış Bakanın dünkü ziyaretinde…

Bakan Güllüce sokaktaki küçük bir kız çocuğuna ‘Büyüyünce ne olacaksın?’ diye sormuş. Minik kızın verdiği cevap basit; ‘Başkan olacağım.’

E ne var bunda dediğinizi işitir gibiyim? Minik Roman kızın verdiği bu cevap, nedense beni biraz maziye götürdü.

Hepimiz yakinen tanıklık ettik. Maalesef bu ülkede yeri geldi, Roman kardeşlerimiz bir kesim insan tarafından sürekli aşağılandı.

Tıpkı 28 Şubat sürecinde başörtülüler ve dindarlara yapıldığı gibi Romanlar, toplumsal tasfiye sürecine dâhil edildi.

İtibarsızlaştırıldı, 2. sınıf insan muamelesine tabi tutuldu.

Sadece Romanlar, başörtülüler ve dindarlarla mı sınırlandı bu aşağılama kampanyaları? Elbette hayır!

Aleviler, Kürtler, Araplar, sosyalistler, liberaller, sarıklılar, cübbeliler, Ermeniler…

Birileri sırf ‘bizden değiller’ diyerek dönem dönem bu toplumun tüm farklılıklarını aşağıladı. İnançları ve düşünceleri nedeniyle nerdeyse tüm toplumsal kesimler yok sayıldı. Ötekileştirici politikalara maruz bırakıldı.

İş konuşmaya geldiğinde hoşgörüden, farklılıkların en önemli zenginlik olduğundan dem vuran ukala cemaatçiler, sadece ve sadece kendileri gibi olan insanlara hoşgörülü olabildiler.

Bir türlü ‘Farklılıklar, en önemli zenginliğimizdir’ diyemediler.

Kendileri gibi olmayan, onlar gibi yemeyen, içmeyen, düşünmeyen ve ‘yaşamayan’ insanlara daima büyük bir kin beslediler.

İçinde bulunulan dönemin şartlarına göre kimi zaman dindarlar oldu düşmanları, kimi zaman Kürtler, kimi zaman da Romanlar geçti terazilerinden…

Onlara göre yerli, milli ve bizden değerlerin hiçbir kuşatıcılığı olamazdı. Her birimiz diğerimiz için sadece bir öteki olabilirdik. Asla birbirimize benzeyemezdik. Onlara benzeyemezdik!

Roman kızın cevabı beni eskilere götürdü dedim ya… Ancak artık şunu ıskalayamayız; her zaman olduğu gibi evrensel bir mücadele dilinin peşinde olmalıydık, olmalıyız.

Farklılıkların en önemli zenginliğimiz olduğunun bilincinde olmak mecburiyetindeyiz. Buradaki ince ayrımı yapmak gerekiyor. Mevlana’dan Yunus’tan anladığımız budur çünkü… Bu olmalıdır. Gel çağrılarına işitecek kulaklara ihtiyacımız var bizim. Kardeşlik çağrımızı her platformda yinelemek durumundayız.

Roman kızın yeni Türkiye basamağındaki ‘Başkan olacağım’ cevabı üzerine tüm bunları söyleme ihtiyacı hissettim. ‘Yeni Türkiye’nin ruhu budur’ dedim! Kimsenin birbirinden üstünlüğünün olmadığı geniş yelpazeli bir eşit vatandaşlık…

Tüm bunların geride kalmış olması, eşit vatandaşlık dediğimiz şeyin yaşanan tüm acı tecrübelerin ardından artık işleyebiliyor olması… İşte tüm meselemiz bu!

Dillerimiz, kimliklerimiz, düşüncelerimiz, yaşayışlarımız farklı olabilir elbette. Ancak kaderlerimizin aynı olduğunu ve aynı olacağını aklımızdan çıkarmamak zorundayız!

Artık taşınmış olduğumuz bu yeni Türkiye’de farklılıkların en büyük zenginliğimiz olduğunun farkındayız. Şimdi bilinçlerinde ‘ben’i bırakıp ‘biz’e yol alma vaktidir…

iletişim / [email protected] Twitter: @mahiroglu5454