80 Türkiyesi çocuk aklımın anlam veremeyeceği olağanüstü günler yaşıyordu. Eskişehir’den amcamın nikahının ertesi günü Ada’ya dönememiştik mesela. İhtilal oldu demişti babam. Televizyonda sürekli bir asker konuşuyordu, netekim, çünkü diyerek. Bülent Ulusu başbakan oldu diyordu büyükler. Ara sokaklarda duvarlara yazılmış kısa cümleler görüyordum: “Bastır Karaoğlan, Kahrolsun Faşizm, Komünistler Moskova’ya…”Kim ne zaman yazıyordu bunları bilmiyordum ama ben bu konuşmaları değil de şarkıları seviyordum. En çok da bunu:
Aynalı kemer ince bele bu can kurban tatlı dile
Seher vakti bir güzele vuruldum …
Sırmalı pelerinin, başka hiç bir erkekte görmediğim upuzun siyah saçların, aynalı kemerin, her parmağında iri yüzüklerin. Ne güzel sözler söylüyor diyordum içimden…
Çocuklar samimi , temiz yürekleri hemen bulur ve sever. Seni çok sevmiştim .
Anlıyorsun değil mi?
*****
Hava ayaz mı ayaz, ellerim ceplerimde
Bir türkü tutturmuşum, duyuyorsun değil mi?
80 Aralık ayı o kadar soğuk o kadar soğuktu ki ama yine de çıkmıştım evden. Sokakta kimsecikler yok. Hafta sonu itlafından kurtulmuş beyaz bir sokak köpeği, buz sarkan çatılar, karların altından gülümseyen pembe bahar dalları ;Gülpembe gibi….
Annem yatıyordu evde. Anneannem öldüğünde, cenazeden dönen annem bir yattı günlerce aylarca kalkmadı.Sanırsın ölmeye yattı..Sonra ne oldu bilmem ne düşündü, camdaki serçelerin mi , düşen cemrelerin sesini mi duydu? Bize acıdı belki, aslında hiç şikemperver olmayan üç kardeş aç gidiyorduk sabah okula…Sonra bir sabah zorla kalktı. Kalktı, sadece kalktı ve tekrar yattı…Sonra bir sabah gülümsedi , menekşelerini suları, saçını taradı ertesi gün yemek koktu yine evimiz, arap sabunu koktu marleyler .
Beni bakkala yolladı, yol boyunca kış gülleri vardı, kopardım, sarı olanın dikeni çizdi kolumu, izi tam şurada... Maya aldım geldim. Ispanaklı börek davul fırındaydı. Bir pazar babam bilmem kaçıncı kere yanınca kabloları, atmaya kalktıydı o fırını arka balkondan, 32 Evlerin şimdi site olan pancar tarlalarına doğru tangur tungur yuvarlanıp gideceğini düşünüp dehşete kapılmıştım. Fırın olmazsa biz ne yapardık?
TRT de Tuna Huş haberleri sunuyordu. Erbakan kadayıfın altı kızarınca mı ne ona benzer bir şeyler diyordu. Demirel'le Ecevit kıyasıya atışıyordu.. Binaenaleyh, ben leblebi tozu çiğniyor, Neşe Karaböcek taklidi yapıyordum. Dışarda çılgın bir bahar havası vardı. Sonra sen çıktın tv.de. Bizim fırında kadayıf değil börek vardı ama sen “Adem oğlu kızgın fırın Havva kızı mercimek …”diyerek bir kez daha aklımı karıştırıyordun.
Anlıyorsun değil mi?
*****
Yaz dostum, Güzel sevmeyene adam denir mi?
Yaz dostum , Selam almayana yiğit denir mi?
Yaz dostum , Altı üstü beş metrelik bez için
Yaz dostum , Boşa geçmiş ömre yaşam denir mi? diyordun.
Beş metre bez niye vardı şarkı sözünde anlamıyordum ama “Sarı Çizmeli Mehmed Ağa bir gün öder hesabı “derken para sayar gibi yaptığın jestler çok hoşuma gidiyordu .Hımmm diyordum çocuk aklımla , demek kimseye borçlanmayacakmışız!
Yaşama sevinci çocukken girer ruhumuza ve biz büyüdükçe küçülür. Ayın gökyüzünde önce büyüyüp sonra küçülmesi, denizlerin önce kabarıp sonra çekilmesi gibi. Gölde taş sektirirken, komşudan erik çalarken, yakartopta Ali Koka olurken ya da misketin en parlağını kazanınca çocukları korur kollar hayat, çocuk yürekleri sarar çit sarmaşıklar gibi …
Sen de şarkılarınla bizi işte öyle sarıp sarmalamıştın.
Anlıyorsun değil mi?
*****
Çocukluğumun gençliğimin elinden tuttun yürüdün benimle yıllarca bir seyyah gibi. Ya yoksul bir mahalleden geçerken ,
“Bir gün bir yoksul öldü üzüldü mahalleli
Ama bir kefen parası bulamadı mahalleli
Kul Ahmet dedi yalan dünya çıkardı ceketini
Örttü garibin üstüne kaldırdı cenazeyi “ diyordun ya da öfkelendiğimde,
“Ali yazar Veli bozar küp suyunu çeker azar azar
Üzülmüşüm neye yarar keskin sirke küpüne zarar “diyerek sakinleştiriyordun beni.
Sabah yeli ılgıt ılgıt eserken, seher vaktinde kuşluk vaktinde dudu kuşları ötüyor, devran dönüyordu. Sen , ben, biz dönmüşüz çok değildi tabii ama gençlik işte! Hayat bizleri allayıp pullayıp koynuna alıyor ve sarıyordu. Yine de ulaşılmaz şeyler vardı elbet, barış gibi, kardeşlik özgürlük gibi, sahici aşklar gibi.
Anlıyorsun değil mi?
*****
“Dağlar dağlar ,Kurban olam yol ver geçem “diyordun sevdiğini son kez görmek için haykırırken. Sen Kurtalan Ekspresindeydin galiba biz Toros . Belki küçük bir Anadolu kasabasının istasyonunda belki de Sapanca ya da Arifiye’de kaç kere geçişmiştik kim bilir?
Biz büyüdükçe yollar çetrefilleşiyor, tüneller uzuyor, akıllar karışıyor, meltemler fırtınaya dönüşüyor ama sen sanki bu dünyadan değilmiş gibi ,
“Dün yine seni andım gözlerim doldu
O tatlı günlerimiz bir anı oldu
Ayrılık geldi başa katlanmak gerek
Seni çok çok özledim arkadaşım eşek “ diyerek hem şaşırtıyor hem güldürüyordun bizi.
Bir çiçekle bahar olmuyordu ama zürefanın düşkünü beyaz giyiyordu kış günü…
Kah Gesi bağlarında dolanıyordun yârini arayarak kah arzuhalimi yaz diyordun katibe… Sanki hem bu dünyadandın hem değildin. Şimdi de ben yıllar sonra sana bu satırları yazarken, gülümseyerek,
“Hani dilim dilim doğrasalar beni Marmara Ege Karadeniz ve hatta Akdeniz cacık olur… diyorum .
Anlıyorsun değil mi?
************
Sen içi boş tencereyi de içi boş insanları da sevmezdin. Şimdi ikisinden de çokça var. Kol düğmeleri sadece dizilerde, halhal filmlerde, seher vakti öten bülbüller şiirlerde.
Bir resmin kalmış bende, tam ortadan yırtılmış
Hani siyah kazaklı, biliyorsun değil mi?
Kaç kişi yıllarca söyledi bu şarkıyı bir bilsen. Zaman su gibi akıp giderken hatıralar kalıyor insana. Hatıraları yaşatan ise seslerdir, kokulardır, resimlerdir. Abbas yolcu soran yok evet ama zaten sen demez miydin , korkunun ecele faydası yok. Haklısın. İşte hendek işte deve, ya atlarsın ya geçersin…
Anlıyorsun değil mi?
*******
18 yıl önce.
İçimde bir bebeği büyütürken ben, gece haberlerinde aldım kara haberi. Dağlardan dumanlar yükseldi, baykuş öttü, kuşlar uçmaz oldu, belli ki gittiğin yerden kara haber vardı. Ne demiştin sen?
Unutma ki dünya fani, veren Allah alır canı
Ben nasıl unuturum seni can bedenden çıkmayınca …
Senin o çok sevdiğim şarkında dediğin gibi ben de kurumuş bir çiçek buldum bugün mektupların arasında. Bir tek onu saklamışım.. Onu da çok görmeyin bana…
Sapa kulpa kapağa itibar etmeden, içi boş tencereyi sofraya koymadan , haram yemeye doymamışlardan , “acıh da bağa vir” diyenlerden uzakta, para pula ihtişama aldanıp kanmadan, kula kulluk edenleri taş döşeğe oturtup gözümüz tok , baş köşede nefsimize hakim olarak tahtımıza oturunca.
Senin gibi…
İşte o zaman kazma değil de bir baltaya sap olduğumuz , Kul Ahmet olduğumuz, ya nasip dediğimiz gün…
Belki bugün…. Belki tam da şimdi, şu anda…Sen yine omzunda pelerinin , el sallayınca yediden yetmişe, bize, bir vapurdan… Senin şarkılarınla aşkların en güzelini yaşamış bu dostların bütün hüzünlü şarkılarda seni hatırlayacaklar.
Belki dudağımızda son bir türkü… işte o gün, işte bugün hepimiz için dönence…
Anlıyorsun değil mi?