Unesco 2016 yılını ‘Aristoteles yılı’ ilân etti. Onun adına değişik etkinlikler, programlar düzenleyeceğini ve finanse edeceğini duyurdu. Aristo’nun Çağdaş Batı Medeniyetinin fikir babalarından biri olarak görülmesi ve aynı zamanda insanlığın ortak değeri olarak anılmayı her zaman hak eden bir düşünür olarak sayılması, bu kararda etkin rol oynadı.

Unesco’nun bu iki ortak paydadan yararlanarak 2016 yılını ona hasretmesi gayet normal karşılanabilir. Bunda herhangi bir sıkıntı şimdilik yokmuş gibi görünüyor. Lakin Çağdaş Batı Medeniyetinin Aristo ile ilişkisi sıkıntılı bir durumdur.

Sanıldığının aksine ortalıkta öylesine tek katlı ve dolaysız bir ilişki yoktur. Aristo, Batı Medeniyetinin hali hazırdaki konumu içinde acınacak vaziyettedir: Bütün bilimsel işlerde meşrulaştırıcı bir alet olarak öne sürülen, Rasyonalizme (epistemolojide), Realizme (ontolojide), Sekülerizme, Laikliğe (teolojide), Oportünizme (ahlâkta), Pragmatizme (siyasette), Natüralizme (sanatta) atlama taşı yapılan Aristo, Batı düşüncesinin kadavrasını taşıyan kişi yapılmıştır.

Özellikle modern bilimin doğuşunda kendisinden en fazla yararlanılan Aristo, mitolojiden (dinsel efsanelerden) logosa (bilimsel anlatıya) Batı medeniyetine seviye atlatan ve yol –yordam gösteren en yetkin düşünürdür, halen bile. Kısacası; Aristo’nun en fazla istismâra uğradığı alan, bu alandır. Lakin bu kesin sayılan alan, gerçekte ne denli doğruluk iddiasına sahiptir?

Batı’nın bugün nefret ettiği şeyler, Aristo’nun ‘Fiziğinde’ orada bekler bizi. Tanrı, zaten oradadır. Bunun dışında modern fizikte rastlayamayacağımız şeyler mesela; şans, talih, baht, vb. ince ayrımlarla olumlu olarak kategorize edilmiştir.

Çağdaş batı medeniyetinin minareyi çalıp, Aristo’ya kılıf hazırlatması her alanda görülür. Rasyonalizmin akıl anlayışı, onda yoktur. Aristo’da akıl, bir organ değil; bütün bir faaliyettir ve merkezinde kalp bulunur mesela. Batı medeniyetinin araçsal aklı ‘biçimsel aklı’ onda asla bulunmaz. Bu nokta kesin çizgiyi oluşturur. Realizmin varlık tanımlaması, onda değişen nesnelerin dünyasıdır ve kesinlikle beş para etmez haldedir.

Bu dünya, değer vermeye değmez, insanı yanıltan-aldatan ancak var olanları işaret eder. Asıl olan, değişmeyenleri yakalamaktır. Her hareketin nihai amacı sükunettir çünkü. Modern ontolojinin hazmedemediği, fail neden ve amaçsal neden (gaî illet), onda merkezi bir yerde durur.

Aristo, ahlâkta öne sürdüğü mütedil (orta) davranış modeli, bugünün faydacı, yalaka, çıkarcı insanına denk gelmez. İnsan davranışında mutedil olmak, en zor şeydir. Olgun bir ruh gerektirir. Modern Batı ahlakında dışarıya atılan Erdem, onun insanlara söylediği, fiilleri etrafında döndürdüğü en yüce şeydir (kavramdır). Bedensel hazların peşinde koşan günümüz insanı, Aristo’da (tıpkı diğer düşünürlerde olduğu gibi) aşağıdadır ve değersizdir.

Böyle bir insan; insanlığa henüz geçememiş, sadece bir hayvandır. Ahlâkı ayakta tutan şey ise, onun yöneldiği yüce hedeflerdir. Daha baştan “yüceliğin” kendisi modern ahlâkta kabul edilmez. Zira fiiller, bütün nesneler gibi eşitlenmiştir. Birini diğerinden üstün ve muteber kılan bir şey ortada olmadığı varsayılır.

Batı, Aristo’yu siyasette makyavelizmin babası olarak nerdeyse takdim etmiştir. Yani Aristo ile Niccolo Machiavelli yer değiştirmiş gibidir. Oysa başarmak için her şeyi mübah sayan bir anlayış, Aristo’ya tamamen uzaktır. Dönemin en güçlü kralı Büyük İskender’e herkesin içinde en ağır lafları söylemesi, hakaret etmesi (başkası yapsa asla yaşama şansı olmadığı söylenir), İskender’in siyasetine karşı çıkması ve ondan kesin bir şekilde uzaklaşması, “gelene ağam gidene paşam!” demediğinin ispatıdır.

Ekonomide de Aristo, günümüz “homo-economicus”a (ekonomik insana) tamamen yabancıdır. David Ross’un da belirttiği gibi; Aristo, insanın günlük ihtiyacını karşılayacak paradan fazlasına iyi bakmaz. Yani “çorba kaynasın, teker dönsün!” ekonomide onun kuralıdır. Paranın peşinde koşan adamı, hazzın peşinden koşan gibi değerlendirir. Yani beş para etmez! Adamdır.

Aristo’nun günümüzde teolojide konumlandırıldığı yer, sanırım en muzdarip olacağı aynı zamanda en tartışmalı yerdir. O, Sekülerizmin ve Laikliğin hamisi olarak takdim edilmektedir. Gerçekten de Aristo’nun teolojisi ve konumu, çok uzun tartışmalara sebep olmuştur. Lakin bu uzun tartışmalar ne hikmetse 17. Yüzyıl sonrası Avrupa’da bir problematik olup artmıştır.

Kanaatimizce şu an yaşayan en iyi Aristo şarihlerinden biri olarak isimini zikredeceğimiz Prof. Dr. Ahmet Arslan’a göre, Aristo’nun dinle diyanetle pek işi yoktur. Hoca o uzun tartışmaları bilmekte yer yer nakletmektedir. Sonuç itibariyle bu yargılara ulaşması, belirli açılardan meseleyi halletmez görünmektedir: Öncelikle “kabul etsek bile” Aristo’nun ‘Deist tanrısı’, Batı medeniyetinin şimdiki tanrısıyla kıyas edilmeyecek kadar her şeyin içindedir…

Sonra; onu dinden o kadar çabuk soyutlayabiliyorsak, yüzyıllardır hem medresenin hem de kilisenin kafasının çalışmadığını ya da Aristo’yu anlayamayan zavallı olduklarını mı, söyleyeceğiz!

Bugünün Sekülerizmin ve Laikliğin babası yapılan Aristo’nun, daha dün dini ayakta tutan yapının temeli olması, üzerinde düşünmeyi gerektirmeyen bir şey midir?! Kısacası; Aristo’da Tanrı o kadar çok her şeyin içine nufüz eder ki; onu görmek ancak ince ve üstün bir soyutlama yeteneği gerektirir. Bu yüzden her şeyi fast fooda çeviren ve öyle gören şimdiki insanın ona bakarken sahip olduğu hükümlere, soru işareti koymak gerekiyor. Aristo’da varlık, madde hatta tüm evren iyinin peşinde koşar gibidir, denir.

Aristo’nun Batı medeniyetindeki dönüşümü, uzun bir konudur ve aslında siyasal bir tanımlama- iktidar içinde anlaşılması gerekir (buraya da uygun düşmez, zaten editörden azar işitip duruyorken…) fakat kesin olan şudur: Aristo’dan Cumhuriyetin seküler- laiklerine yağ çıkmaz. Şayet ona öyle bir elbise biçip giydireceklerse, elbisenin bedene uymadığı ya da birçok yeri kapatmadığı ortadadır. Her şeye rağmen zorlamalar devam ederse, ortada elbise de değil kalsa kalsa deli gömleği kalacaktır.

Twitter: @servetkzlay