Bazı dilbilimciler ve semantikçiler bir dilin anakavramlarına bakıp, o dilin-kültürün- dünya görüşünün (Weltanschaung) zihin dünyasının resm edilebilir olduğunu söyler. Ayrışma ve farklılığın öne çıktığı bu görüşe göre; farklı dil ve kültür birbirine indirgenemez bir formdadır. Zirâ farklı bir dilin, yaşadığı dünyayı farklı görüp idrak ettiğini ya da algıladığını iddia eder. Kültürü anlayacak gizli kodların da burada bulunabilineceğini söyler. Oysa biz Başbakanın zihin dünyasını kasttetiğimizde bu ve benzeri görüşlerin aksini söyleme ihtiyacını duyarız. Zirâ ayrışma vefarklılık, Başbakanın zihin dünyasında yerini kaynaşmave benzerliğe bırakır.

Zihin dünyası, geniş anlam alanlarını kapsar; varlık, bilgi, değer… kısaca maddi ve manevi göstergeler yekününe işaret eder. Başbakanın zihin dünyası denildiğinde bu alanlara o ya da bu şekilde temas etse de siyasal bir alanın belirginliği söz konusudur. Zirâ bu dünya, siyasal bir merkez olması ve siyasal merkezden çıkması hasabiyle pratik hayatta karşılığını fazlasıyla bulur. Dolayısıyla hem ilginin hem de eleştiririn cazibe noktasıdır.

Başbakanın zihin dünyasının çerçevesini anlamanın değişik yollarından biri, onun ‘ufkuna’bakmaktan geçiyor. Onun zihin atlasının sınırları, hangi nisbette siyaset yapabildiğini, siyaset üretebildiğini ortaya koyuyor. Öte yandan zihin dünyasının zihin atlasından daha büyük olduğunu söylemek gerek. Zirâ zihin atlası, siyasal haritanın sınırlarıyla kaimdir. O hâlde Başbakanın zihin atlası hakkında konuşmak-yazının asıl değinmek istediği yer burasıdır-, zihin dünyasının en önemli unsurunu belki imkânını konuşmayı sağlayacaktır.

Başbakan AKP grup toplantısında TİKA’nın hizmetlerini anlatırken Balkanlardan Kafkasyaya, Şarktan Afrikaya Uzakdoğuya kadar hatta bu sınırların dışında kalan ABD’deki Kızılderelilerin yaşadığı coğrafyaya değin bir ufuk çizdi. Yıllardır en geniş bakanların bile Ulus devlet sınırlarıyla düşünmeyi aşamayan, Ulus sınırları içinde kalmasına rağmen ucra şehirleri bilmeyen siyasetçiler bu durumu anlayamadı. Buna karşılık Başbakana ağır saldırılar tenkidler yapıldı. Bunlara göre; Başbakan bir diktatörün hayal ettiği ‘Cihan hakimiyeti’ peşindeydi.

‘Büyük Türkiye’ adı altında siyasal rant peşindeydi. Bazılarına göre ise Neo-Osmanlıcılığa kendini kaptırmış macera perestti. Şimdi; gerçekten Başbakanın grup toplantısında saymış olduğu ülkeler, o ya da bu şekilde Osmanlının hinterlandını oluşturan ülkelerdi fekat o ülkeler ve oralarda yapılan hizmetler sadece bir devletin başka bir devlet üzerindeki hesaplarıyla, çıkar odaklı değerlendirmelerle yeterince açıklanamaz karaktere sahiptir. Sonra; bazılarına göre Ulus devletin sınırları dışındaki ülkelerden hangisinden bahsedilirse edilsin Osmanlıcılık olur.

Neo-Osmancılık ise; Emperyal(ist) bir imparatorluğa, Emperyal bir güc de zorunlu olarak olumsuz anahtar kavram “sömürge”ye bağlanır. Bu ve benzeri şeyler, bizatihi sömürge kavramını siyasal tassavvurda aleyhte yeniden üretmekten başka bir iş yapmaz. Madem her ülke kendini yönetecek o hâlde hesaba çekilenler neden kendini yönetemeyen ya da kendisine dikilen gömleği giymek istemeyen ülkeler oluyor? ‘Her ülke kendini yönetecek’, “kendi kaderini kendisi belirleyecek”diyenler (Wilson İlkeleri) neden bu kaderi uzun süredir kendileri yazıp, kendileri bozuyor? Başbakana bu konularda itiraz edenler, kendini yönetmenin siyasal olarak anlamını tam olarak kavramaktan uzaktırlar. Zirâ onun zihin dünyasını yalıtarak, hesaba katmadan “dış siyaseti” okurlar. Böyle bir okuma karşımıza siyaseti sadece maddi bir menfaat ilişkisi ağı olarak gören siyasetçiyi ve onun zihin dünyasını çıkarır. Dolayısıyla bu bakış açısı, Başbakanı o ülkelerle hiçbir bağı olmayan -mesela- olumsuz anlamda Churcill’le karıştırır. Sanki Başbakan kardeşlikten, kardeşlik huhukundan bahseden biri değil, Churcill gibi sömürge mantığının devamı için konuşan biridir.

Başbakanın zihin dünyası, siyasetin de kendini anlamlı kıldığı yer olan değerden besleniyor. Oysa modern siyaset tarzı; değeri soyutlayarak güçlenebileceğini, ilerleyebileceğini sanır. Başbakanı tenkid edenlerin kahir ekseri, varlığın değerden rahatlıkla ayrılabildiği kabulüyle haraket ederler. Hâlbuki; pratik siyasette insanları yalnızca karınlarından yakalamak gerekli fakat yeterli bir durumu göstermez. Değer üzerinden siyaset yapan demogoglar bu durumun kötüye kullanılmasından başka bir şey ifade etmez fakat aslolan şey yani varlığın değerden (bilgiden) bir bütün olarak ayrılamayacağını değiştirmez. Bu sebeple olacak ki; Başbakan sadece kendi ülkesinde değil, o isimlerini saydığı ülkelerde bir karşılık bulabiliyor ve yine aynı sebepten olacak ki; bazan Başbakanın kendi etrafındakiler bile insanları kalblerinden yakalayan bir dili konuşmadıkları için aynı tesiri uyandıramıyorlar. İnsanlar anlamlandıramadığı sözcüklere dile tepki veremezler. Başbakanın zihin dünyası insanların anlamlı kıldığı bir dil ile örülü. Bu dil ise; Ulus devleti aşan, derin ve değişmez kodları bünyesinde taşıyor.

www.twitter.com/@servetkzlay