Fransız düşünür ve edebiyatçı Maurice Blanchot’nun ‘dışarı’nın çok tekin bir yer olmadığını söylediğinden bu yana, dilin hakikatle olan ilişkisi giderek artan biçimde mutlak bir şüpheye döndü.

Alışık olduğumuz düzlemler de kaymaya başladı: Düşünüm yerini unutmaya; çelişki, silen itiraza; uzlaşma, uzatmaya; birleştiren bütünleştiren zihin, dışarının bitimsiz erozyonuna; hakikat, dilin akışına ve umutsuzluğuna yerini bıraktı. Sufi gelenekte daha önce ortaya konan ‘dilin hakikati göstermediği bilakis sakladığı’ (hiçbir sözcüğün Allah’ı temsil edemediği) iddiasını, post-modernlerin teorileriyle aynılaştıran kimseler şimdilerde oldukça fazlalaştı.

Lakin burada en temel fark göz ardı edildi: post-modern (post-yapısalcı) teoriler insanları kabaca Sekülerizm etrafında birleştirirken, Sufi gelenekteki şeyler, insanları en yüksek varlığın etrafında çevirir durur. Yani biri Dini değersizleştirip dağıtırken, diğeri eriterek toplamayı arzular.

Şüphesiz M.Blanchot’nun ele aldığı “dışarısı” kavramı, düşüncenin uzun serüveni ve zorluğu içinde daha kapsamlı değerlendirilmelidir fakat burada böyle bir şey, oldukça yersiz ve sıkıcı kalacaktır.

‘Dışarının düşüncesi’ başlığı bile, bizleri farklı ufuk açıcı yerlere götürür. Biz bunu ‘dışarda kalanların düşüncesi’ne çevirmek ve böyle okumak istiyoruz. Zira bu şekilde okursak siyasal olarak başka noktalara temas edebiliriz. Zaten amacımız, dışarda kalanların itirazlarını duyurmaktır.

Dışarıda kalma ile dışarıda bırakılma arasında fark olsa da akla hep İktidarla ilgili şeyler gelir. İktidar bugün geniş anlamda röntgeni çekilmiş bir halde önümüzde durur. Michel Foucault ile birlikte İktidarın ilişkileri, oluşumları, özgünlükleri, sahnelenişleri en yetkin projektörlerle gösterilmiştir.

Çok değerli çalışmalar yapılmıştır. Lakin bazı noktalardan tehlikeler de içermektedir. İlki; bu görüşler ve çalışmalar, İktidarın kılcal damarlarını (arazlarını) gösterirken, onun kendisini (zatını) unutturmuştur ya da önemini ihmal etmiştir. Sonra bu ve benzer görüşler siyasal olarak bizlere karşı “üçüncü dünya”ya karşı silah olarak en işlevsel bir durumla kullanılmıştır.

Oysa bu çalışmaları yapan düşünür iktidarı çözmek isterken dışarıya atılanların öcünü almak istemiş dahi olabilirdi. Lakin onu çöz(ümle)me tarzı, bazı problemlere yol açtı. Düşünün: İktidarın her yerde olduğu kabul edildiğinde Irakta 1.5 milyon insanın katledilmesi hangi İktidarın fenalığına bağlanabilirdi ki?

En fenası o iğrenç katliamları yapanları unutmak. Dahası onların orada (Irak’ta) bulunmasını yani fillerinin devamını iştahla istemek. Demek ki; İktidarı sözde anlatan teoriler giderek artan bir iğrençlikle, kepazelikle bizlere onu dayatmakta ve meşruluk talep etmektedir.

Sonuçlar da hiç de beklenildiği gibi olmamıştır: Mesela; bırakın sıradan bir vatandaşı, Foucaultcu olarak kendini konumlandıranlar bile, fakire fukaraya deliye farklı muamele yapmaktan ve değerlendirmekten kaçamamıştır. Bir Foucaultcu hoca önüne gelen bir deliyi aşağıladıktan sonra gönül rahatlığıyla dersini verebilmektedir. Gerçekten İktidarın dışına atılanlar-dışlananlar, sıradan hayatımızdan diğer alanda kadar değerli olabilmişler midir? Ya da iktidara ortak olabilmişler midir? Buna evet! Demek en azından yalanla nitelenir.

Dışarının düşüncesi gündelik hayatta yahut siyasette değişik anlamlara gelir. Siyasette muhalefet olarak görünür bazen. Lakin işin bu tarafı ülkemizde başka tuhaflıklar sunar. Türkiye’de muhalefet, uzun süreden beri halka musallat olan bir iktidarın taleplerini seslendirmeyi kendine görev addetmiştir. Elinde sosyo-kültürel bir sopayla bizleri ıslah etmeyi bekleyen iktidarın görünür yüzü olmak için bütün gayretlerini sarf etmektedir.

Evet! Dışardakini kale almamak, kendine yönelmiş bir tehdit görmek ve aynileştirmek muhalefetin karşısında yer alan siyasal iktidarın sıklıkla alışık olduğumuz tepkilerindendir. Bunun da görülmesi gerek.

Dışarıda kalanların düşüncesi, her zaman doğru olmadığı gibi her zaman haklı da olmaz. Aslında o kendisini dışarda bilinçli bıraktığında daha fazla işitilmeyi hak eder. Eleştiriye yönelir; eleştirinin yıkıcı olan yönünü ısrarla ortaya çıkarmak istemediğinde yani bunu biricik maksadı yapmadığında değerini artırmaya çalışır. Zira kendini daha iyi anlamak- kavramak için derinleştirir.

Dışarda kalmak; mekânı, ilişkileri, durumu kapsar. Bazen bir sestir bazen büyük bir sessizlik fakat her şeye Pazar ekonomisi gözüyle bakanlar için satılmaya değmez ucuz bir maldır, basitçe değersizdir. Zira onlar açısından değer; ancak pazarda olma, görünür olma, imajla sarılıp yaldızlı şeylere sahip olmayla eşitlenmiştir.

Twitter: @servetkzlay