Karl Marx’ın üretim araç-gereçlerini elinde tutanlara karşı aşırı gıcık olduğunu bilmeyen yoktur. Peki bir ülkenin başına çöreklenmiş, nerdeyse 150 yıldır millete kan kusturanlara karşı aynı gıcıklığı göstermeyeceğini kim söyleyebilir ki?!

Sadece siyasal istikbale ve istiklale ipotek koymayla yetinmeyen, ekonomik ve kültürel olarak hayatlarımıza da ipotek koyan neo-kolonyal sınıf - bu sınıf ister adına Beyaz Türkler densin ister başka bir adlandırma ile nitelensin fark etmez-, K.Marx’ın rahatlıkla lanetleyeceği o zümreye dahil edilebilir görünmez mi?!

İşin tuhaf tarafı, bu sınıfı bilginin iktidarıyla besleyenlerin kendilerine “Marxist” demesinde. İşte bu olmadı!

Marx buna da fena içerlenirdi herhâlde. Açlık ve sefalet yüzünden çocuklarının ve karısının gıda zehirlenmesine maruz kalan, fakir bir Yahudi olan Marx; zenginleştikçe zenginleşen, insanları her türlü zehirleyen, öldüren, yok eden, yakan-yıkan, sömüren, tehdit eden ve akla gelmeyen bilumum fenâlıkları yapan Yahudileri ve Siyonistleri görseydi, sanırım kızgınlığı daha da artardı.

Hatta üretim-araç gereçlerini elinde tutanları geçici olarak bir kenara koyar, sadece bunlarla bile uğraşırdı. Türkiye’de bütün zengin ve “elit” kesimin sola oy verdiğini bilse, hatta kendilerine “solcu” demelerini duysa, çıldırırdı. Nişantaşı formatıyla bilgi-sanat-kültür öncüsü olan Türk entelijansiyasıyla konuşsa olan aklını kaçırırdı. Hele hele CHP nin ve HDP nin sol bir tandansla siyaset yaptığı, solcu olduğu söylense, üstünü başını yırtardı.

Azılı solcuların reklam sektöründe arzı endam etmeleri, Marx’a yapılacak kötü bir şaka olabilirdi. Onlar işi pişkinliğe vurarak Marx’a ahlaksız bir teklif bile sunabilir, “Gel sana bir imaj ve piar çalışması yapalım!” diyebilirdi. Marx’ın başı Türkiye’deki ilginç ilişkiler zincirini takip ederken muhtemelen dönebilirdi: Entelektüel iktidarın ve iktidar merkezlerinin üretim araç-gereçlerini elde tutanların lojistik tetikçileri olması, üretim-araç gereçlerini elde tutanların ise başka güç odaklarının tetikçiliğini yapması, güç odaklarının kendi içlerinde başka odaklar adına tetik çekmesi…vb karışık fakat anlaşılır bir düzende kayıp giden zincirleri izledikçe, kendisinden kurtulması gerekilen farklı bir esaret zincirini işaret edebilirdi.

Karl Marx, Türkiye’nin üstüne kara bir bulut gibi çöken, bizlerin kanını bir vampir gibi emmiş olan vesayet yönetimini görse, farklı düşüncelere varabilirdi. Bu yapıyla mücadele eden siyasi oluşumu farklı değerlendirebilirdi. Onu sadece siyasi kaygıyla hareket eden bir partiye, oy-rant ikilemine sıkıştırmayabilirdi. Şüphesiz ki; Marx hakkındaki bu kurgumuz, onun AK Parti gibi bir siyasi partiye taraftar yahut amigo olacağı anlamına gelmez, böyle bir partiyi kutsayacağı anlamına da gelmez fakat kaba biçimde üretim-araçlarını elde tutanlara karşı göstermiş olduğu tutumun daha sert bir biçimde bu kokuşmuş vesayet yönetimine sergilemeyeceği anlamına da gelmez.

Evet! Belki Marx, AK Parti içinde yeni oluşan, Beyaz Türkleri taklit eden “Ak Türkler”i görse bunlara da isyan etmekten geri kalmayacak, ‘vampirin açığı koyusu olmaz’ diyecekti. Lakin büyük bir çarkı çeviren, ülkenin maddi-manevi her türlü imkânına musallat olan yapının işleyişini gördükçe, dikkatini ve ilgisini bunlara yöneltecekti.

Böylelikle basit hesaplarla, suçlamalarla meselenin halolmayacağını söyleyecekti: “AK Parti’nin ABD ile işbirliği içinde olduğu kısacası onun uşağı olduğu”, “ekonomide kapitalist liberal model uygulamalarıyla diğerleriyle aynı olduğu” “tipik sağcı bir parti olarak mülkiyeti savunduğu” vb… şeyleri, düşünce diye öne sürülen bu tür görüşleri daha sağlıklı ele alacak, kolaycılığa kaçmayacaktı.

Burada niyetimiz, Karl Marx’ı mezarından kaldırıp AK Partiye oy attırmak olmadığına göre; başka bir şeye gönderme yapmak istedik: Türkiye’deki solcular, asıl manada üretim-araç gereçlerini elde tutanlara karşı olmakla değil onlarla saf tutmayla AK partiye muhalif bir kimliğe bürünüyor ve kendilerini ifade edebilecek şeyler elde ediyor. Diğer yandan dinin acıları sızıları dindiren bir afyon olduğunu söyleyen Marx’ı, terse çevirerek “Dinin insanları uyuşturduğunu (buradaki uyuşturma aptallaştırma, köleleştirme, vb…olumsuz anlamlardadır) anlayıp anlatarak tepe talak ettiler.

Böylelikle Marx, elinde bir sopayla Dinin peşine koşan adama çevrildi. Kurgumuzu devam ettirirsek, Karl Marx’ın AK Partiye oy verip vermeyeceğine dair şöyle bir sonuç ortaya çıkar: Marx, AK Partili olmasa hatta ona taban tavana, tamamen zıt bile olsa, Türkiye’deki bu yamyam vesayete karşı oyunu kullanırdı.

Twitter: @servetkzlay