‘Yahu yeter artık! Bu kaçıncı patlama?’ tepkileriyle başlayan bir haftanın ilk gününden herkese merhaba.

Hafta sonu Coşkunlar Havai Fişek Fabrikasında yaşanan patlamanın yankıları sıcak gündemimizde malumunuz. Normal olarak, internet siteleri, manşetler her yerde bu konuya değiniliyor.

Yaşanan olayda bir işçinin hayatını kaybetmiş olması, belli ölçüde söyleyeceklerimizi sınırlıyor. Ancak sadece İslami referanslarımızı esas olarak şu basit soruyu soralım istiyoruz?

‘Nasıl oluyor da aynı yerden defalarca ısırılabiliyoruz?’

Her yıl Coşkunlar’ı en az bir patlama haberi veya enkaza dönmüş depo görüntüleriyle mi anmak zorundayız?

Sadece hafta sonu yaşanan patlamaya dayandırarak bunları konuşmak doğru değil biliyorum. Ancak şöyle bir dönüp baktığımızda bunları dillendirmenin zorunluluk olduğu kanısındayım.

Söyleyeceklerimizin hemen başında 99 Depremini hatırlayalım. Yerle bir olmuş bir şehir, acılar, kaybedilenler…

Deprem karnesinde kendimizi nerede konumlandırıyoruz mesela?

İmar düzenlemeleri, çok katlıya bakış gibi önemli meseleler deprem kuşağının göbeğinde yer alan şehrimizde siyasiler ve idareciler nezdinde nasıl bir öncelik unsuru olarak değerlendiriliyor?

‘Şehirler bize emanettir’ vurgusu şehrin siyasileri tarafından mütemadiyen ifade ediliyor eyvallah. Kavramsal düzeydeki değerlendirmelerimiz, içerikle buluştuğunda da olumlu bir havanın var olduğunu sürekli konuşuyoruz.

Dünya’nın gelişmiş ülkelerindeki yeni teknolojiler, yatırım yapılabilir sahalar, bölgesel ve küresel ölçekli birleşimlere uygun örnekler hayata geçirilmeye çalışılıyor diye konuşuyoruz. Bunları unutmadım.

Her şeye saldıran, paradan para kazanma hırsıyla insafını kaybeden işverenler, müteahhitler, iş adamları artık her neyse…

Nedir bu gözü dönmüşlük Allah aşkına?

Biraz da bunları konuşalım.

Herkes kardeş olalım derdinde ama masrafsız kardeşlikten yana.

Herkes makro fotoğrafın peşinde ama bilinçler sadece ‘ben’ yönünde mutasyonda.

Her yıl Coşkunlar Havai Fişek Fabrikasında bir patlama yaşanıyor. Sonuç aynı?

Değişen var mı?

Çoğu afette de aynı şeyle karşılaşıyoruz yanlış mı? Her afette yıkılıyoruz. Tamam, durduğumuz yere göre pusulamız daima kuzeyi gösteriyor olabilir. Ancak pusulamızdan kuzeydeki bataklıkları göstermesini ısrarla neden bekliyoruz ki?

Sakin olayım, bilinçli davranayım hak getire! Ciddiyetmiş, hukuka riayetmiş ne mümkün! Güzellik nedir deyince hepimiz konuşuyoruz. Güzellik nasıl olmalı dendiğince kişisel hırslar, rantlar ve tefrika çıkarmalarındayız.

Kiminde cüzdansal hesaplar, kiminde pozisyonel çıkarlar…

Siyasetten bağımsız ‘bizi’ konuşma vakti şimdi. Aynı delikten defalarca ısırılıyorsan seni, beni, onu konuşmalıyız!

Hukuk birliğini, hukuka riayeti duygu ve inanç dünyamızla bütünleştiremedikten sonra her yıl aynı şeyler yaşanmış, ölümler, kayıplar sonumuz olmuş ne olacak ki?

Dengeyi koruyamadıktan, ifrat ve tefritten uzak orta yol bulamadıktan sonra kime, neyi anlatacağız?

Hayatlarımızı kişisel başarılarımızın üzerine şekillendirmeyi dilemek elbette hakkımız. Ancak istikamet üzerine bizi inşa etmek, bize daha fazla yakışan olmayacak mı?

‘Bırakalım şu ateş ve barut kokusu olmadan yaşayamıyorum’ edebiyatını.

Ne diyordu Mehmet Selahattin Şimşek, ‘Hakikatler, yapraklarını hiçbir sonbaharın dökemediği asırlık ağaçlardır.’

Evet, kesinlikle de öyle…

Biz hakikatlerimize yöneldikten sonra, istikametimize de yol alacağız zaten. Yolumuzu hakikat kandillerimizle aydınlatacağız ve aydınlatmalıyız.

Kişinin zekiliğini cevaplarından değil sorularından anlarsınız diyenlere hep hak vermişimdir. O zaman soruyorum;

‘Bize yakışan da bu yolda yürümek değil midir?’

iletişim / [email protected] Twitter: @mahiroglu5454