Her geçen gün istikamet üzere yol almanın aslında ne kadar zor bir eylem olduğunu düşünmeye başlıyorum. Peygamber Efendimizin (s.a.v) biz inananlara pusula görevi üstlenen o hadis-i şerifinde de dendiği gibi: ‘Allah’a iman ettim de! Sonra da dosdoğru ol!’

Aslında işimiz ne kadar da basit değil mi?

Ama nedense artık dosdoğru olmaktan çok şirazesi kaymış tavırlar alıcı buluyor. Sağduyudan, daha fazla anlamaya çalışmaktan ziyade eleştiri oklarının ucunu sivriltmek makbul bulunuyor. Samimiyetten ziyade daima yüksek dozaj refleksler kabul görüyor.

Şu son günlere şöyle bir bakalım. Yukarıda saydığımız iddiaların altını öyle rahatlıkla doldurabileceğimiz örnekler var ki.

Pide konusuyla süreci başlatabiliriz mesela. Şu üzerinde Allah yazılı pide konusundan bahsediyorum. Neydi, ne değildi bu konuda çok konuşuldu. Pide ülke gündemine dahi düştü çünkü. Duymuşsunuzdur. AK Partililer üzerinde Allah yazılı pideyi yemekle suçlandılar.

Millet resmen öfke kustu. Denmeyen kalmadı. Nedir, ne değildir, sormadan, ayrıntılı analizler yapmadan herkes tarafının gereğince içindekini döktü ortaya.

O süreci en güzel özetleyen cümle Adatavır Genel Yayın Müdürü değerli ağabeyim İbrahim Bulut’a aitti. İbrahim Abi konuya ‘cuk’ oturan yazısında ‘Pidenin içinden zehir çıkaran’ tarifini kullandı.

Bu ifadenin öznesi de o malum ‘cesur gazete’ ve avanesinden başkası değildi. Üzerine almak isteyen herkese de kapılar açıktı.

AK Partililerin yok efendim ‘pidenin şu kadarını yedik’, ‘önce elledik sonra beğenmedik’ gibi yorumlarını işin içine katmıyorum. Bunlar malum gazeteye söylenmiş, aralarında konuşulmuş, daha sonra çark edilmiş olabilir.

Burada üzerinde durmamız gereken tüm o haberlerde Yenihaber’in başarı üstüne başarı diye lanse ettiği çalışmalarda dahi dosdoğruluğu ıskalaması oldu.

Öyle ki dosdoğru konuştuğunu iddia etmesine rağmen AK Partililerle yaptığını iddia ettiği konuşmaya dair tek bir kayıt, dayanak ortaya koyamadı. Yine söylüyorum: ‘pidenin 3’te birini yedik’, ‘mis gibi koktu dayanamadık’ tarzı ifadeler kullanılmışta olabilir. Hal böyle olduktan sonra alıcısı olur mu bilmem ama...

Burada bahsettiğim şey yeniden algılar ve olgular arasındaki tezatlık! Belki de doğru olan bir şey bile dosdoğruluktan sıyrılmakla karambole gitti.

Madem Yenihaber’le başladık onunla devam edelim; bir yayıncılık anlayışı düşünün ki tüm stratejiyi Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu’nun gezdiği, yediği, içtiği, yaptığı, söylediği üzerine inşa etsin! Böyle bir şey düşünülebilir mi?

Acaba ikindi de hangi camide olur? Salatayı nasıl sever? Nerede takılır? Kiminle oturur? Nasıl yer? Nasıl içer? Aman o çeşmeden su mu içmiş? Orucu açarken neden hurma yemiş?

Başarı dedikleri gazetecilik sadece bu takipçilik üzerine inşa edilmiş durumda! Kompleksler düşmanlığa vurmuş vaziyette! İnsan şaşırmadan edemiyor! Gazetecilik bu kadar basit bir iş mi yahu!

Zeki Başkan’ın olası bir 10 günlük yurtdışı seyahatiyle dumura uğrayacak bir yayın disiplini! Ama eminim o süreçte dahi konuşulacak şey bulunur:

Bilet neden ekonomi değil de first class’tan başlarlar herhalde ne bileyim!

Neyse bunu da geçelim azıcık da buradan yakalım: şehrin gündemini son derece meşgul eden bir diğer gelişme şu ASKF seçimleriydi. Uzatmayalım kongrede Yılmaz Kuzey kaybetti, Yaşar Zımba koltuğa oturdu.

Yaşar Zımba geldiğimiz noktada dosdoğruluğu tavana vurdurmuş durumda! Ne dedi bugün? Eski yönetim (Yılmaz Kuzey ve yönetimini kastediyor) hırsızdır! Neler yapmamışlar ki! Açık açık söylememiş ama mealen açıklamaları buraya geliyor.

Kardeşim bu nasıl bir pusulası şaşmışlıktır. Elinde herhangi bir dayanak olmadan ki olmadığı belli nasıl böyle bir ithamda bulunabiliyorsun!

Madem bulunuyorsun, nasıl ses kaydı, usulsüzlükleri ispatlar bir doküman ortaya koyamıyorsun! Şaka mı bu!

Bunlar ilk etapta aklıma gelen örnekler. Sosyal medyada, ulusal basında her gün, her dakika binlerce bu tarz örnek gözümüze sokuluyor. Herkes birini bir şeyle suçluyor, öfke kusuyor, saçmalıyor!

Hangi sektörde olursa olsun herkes işinde, gücünde, hayatında bir dava güttüğünü iddia ediyor. İlkeli bir yaşam tarzına sahip olduğunu tekrarlayıp duruyor.

Külliyen yalan!

İlk başta insanlık davasında anlaşılsa ortada bir mesele de kalmayacak aslında. O zaman daha kolay bir şekilde ‘dosdoğru’ da olabileceğiz. Gizli gizli ‘keşke benim olsa’ çılgınlığı birer paranoyaya dönüşmeyecek. Daha sakin kalabileceğiz. Birbirimizi daha iyi anlayabileceğiz. En azından anlamaya çalışacağız.

Başta da sorduğum gibi: aslında işimiz ne kadar da kolay değil mi?

TWiTTER: @MAHİROGLU5454

MAİL: OMERMAHİROGLU5454@GMAİL.COM