Epey bir süre önce İstanbul’da düzenlenen Türk-Arap Birliği Sempozyumu’nda sunulmak üzere “Dil ve Mimari: Mimarinin Politiği ve Politik Bir Dil Olarak Mimari” adlı bir tebliğ hazırlamıştık. Tebliğde; İslâm Coğrafyasında talan edilen ve yıkılan eserlerin Hasar Envanter Dökümlerinin çıkarılması konusunda bazı politik yaptırım gerektiren öneriler teklif etmiştik.

Bu öneriler, UNESCO’nun “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması”na yönelik sözleşmesi ile Uluslararası Savaş Hukukundan doğan LAHEY protokolünden Konusu ve Maksadı itibariyle farklılıklar taşıyordu. Sonuç itibariyle tebliğimiz, herhangi bir gerekçe gösterilmeden reddedilmişti. O zaman Irak’ın, Afganistan’ın ve Libya’nın işi bitmişti Suriye’de ise henüz bazı şeyleri kurtarma ümidi sürüyordu.

Daha sonra o ümid de ortadan kalktı. Önceki gece TV’lerden Yemen’de yıkılan (bombalanan) ve talan edilen şehirleri gördükçe tekrar kahrolduk. Yemen’de yıkılan ve talan edilen yapılar İslâm coğrafyasının en nadide parçalarıydı. Yemen Mimarisi, coğrafyanın nevi şahsına münhasır (Ünik) eserinin inşâ edildiği şiirsel yapılardan oluşuyordu. Artık o eserlerin yerinde yeller esiyor. Hem de kendine “Müslüman devletler” denen devletlerin siyasal çıkarları, hırsları, iktidar savaşları tarafından yapılıyordu bunca barbarca hunharca insan ve eser katli. İnsanı gözünü bile kırpmadan katledebilen, eseri sağ mı koyacaktı?!

Afganistan’da çalınan, bazıları yakılan el yazmalarının tam kayıtları henüz dahi yapılamadı. Yıkılan şehirleri söyleyemiyoruz bile. Bu coğrafya tarihte; Haçlı Seferleri, Moğollar ile yakılan yıkılan kütüphane yangınlarıyla (Bağdatta 40 gün hamamlarda eserlerin yakıldığı yine de bitirilmediği rivayet olunur) yanmıştı zaten. Endülüste aynı felaket ile sadece Müslümanların değil insanlığın en değerli mirası olan ilmi hafızası silinmişti.

Irak’ta dünyanın en büyük, en nadir Prehistorya (yazı öncesi) Müzesi talan edildi ve İngiltere, ABD, birkaç Batı Ülkesi, yeni koleksiyonerliğe soyunan İsrail’e Kaçırıldı. “Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz” denen, Bağdat yıkıldı. İslâmöncesi mimarinin İslâm mimarisinin harmanıyla yoğrulan ekol belde olan Irak yerlebir oldu. Sadece kamu ve sosyal yapılar değil, Kutsal mekanlar da yıkımdan payını aldı. Hem ABD hem de Sunni/Şii adı altında yöredeki insanlar yıktı geçti. Yani hem dışarıdan hem de içerden tahrip edildi.

Libya’da talan edilenler halen karanlıkta. Bildiğimiz şey, yıkılan koskoca ülkede Türk müteahhitlerin TOKİ vari (işgalcilerin mimarisini gönüllü oralara taşıyarak) kurduğu fenalıklar. Tabii ki savaş sonrası Çinli -Avrupalı firmaların yaptığı istilayı unutmamak gerek. Libya’da kurulan yeni yapıların başka bir özelliği daha vardı: Bunlar Libya gibi sıklıkla operasyonlara maruz kalan bir ülkede şehri ve yapıyı çöle yayacağına bir yere çok katlı binalara toplayarak, herhangi bir işgalde savunmayı zayıflatan daha doğrusu işgali kolaylaştıran bir özellik gösteriyordu. Suriye’de insanlığın habitat (yerleşim ve şehir) tarihinin en eski ve nadide şehirleri Şam, Halep yerle bir edildi.

Suriye’de IŞİD’in girdiği müzelerde tarifi kabil olmayan barbarlık yaşandı fakat asıl önemli olan ve daha korkunç bir barbarlık şuydu: Parçalanan eserlerin çok azı orjinaldi. Eserlerin orjinalleri çoktan medeni Avrupa’ya götürülmüştü, çalınmıştı. Bu hırsızlık hikayesinde İsrail’in durumu kayda değer bir durumdur. Bunca yıkım-talan arasında en fazla eser toplayan soyguncu ülke, siyonist İsraildir. Avrupa ya da ABD ye götürülen eserlerin önemli bir kısmı, Yahudi koleksiyonerler, vakıflarca saklanmıştır.

İslâm coğrafyasında halihazırda yaşanan talanların ve yıkımların ardında çok çeşitli amiller yatar. Bu amiller iki temel alan olan dışardan ve içerden alanlara bölünebilir:

Dışardan kaynaklanan; coğrafya’nın jeostratejik alanına parçalanması /jeopolitik operasyon alanına döndürülmesi, Avrupanın halen kurtulamadığı ve dayattığı 18-19 yy kaba kolonyalizmi...

İçerden kaynaklanan; tarihsel, mezhepsel çatışma ve gerilimler, bölge ülkelerdeki yönetimlerin ortaya çıkardığı sosyo-ekonomik sorunlar, çevre ülkelerin kendi siyasal çıkarları, iktidar savaşları, vb…nedenler sayılabilir. Talanın ve yıkımın nedeni ne kadar çok olursa olsun ortaya çıkardığı şey hep aynı kalır. Dolayısıyla nedenlerin çokluğu, bazı iğrenç şeylerin meşrulaştırılmasını beraberinde getirmemelidir.

Bilhassa talan yıkım yapılırken kullanılan siyasal argümanlar (siyasal dil) bizi aldatmamalıdır. Bölgedeki her devlet kendince “haklı gerekçelere” sahiptir. “Haklı olmak”, her türlü pisklikleri yapabilmenin kılıfı olmuştur. Devletlerin ya da siyasal organizasyonların gerekçeleri; öldürülen-katledilen insanlara, talan edilen, yakılan, yıkılan, harab edilen mirasa bir fayda vermemektedir. Ortaya çıkan tek şey, yok edilen şeydir. Yani yokluktur.

Kimden olursa olsun nerden gelirse “bütün gerekçelerinizin canı cehenneme!” Diyemedikçe, her şey aynen olmaya devam edecektir. Meseleyi bir siyasal mesele değil, bir varlık meselesi olarak ele almak; öldürülen-katledilen insanlara, talan edilen yıkılan eserlere bu gözle bakabilmek gerekir. Medeniyet, harabeler üzerine kurulmaz.

Bunca ölümler, talanlar, yıkımlar bize başka bir şey daha gösterdi: coğrafyamızda Asıl ölen şey, Akl-ı selim imiş. Talan edilen yıkılan şey ise, eserlerden şehirlerden önce vicdanlarmış.

Twitter: @servetkzlay