Dünya genelindeki resmi söyleme karşı en ciddi eleştiriler ve analizler ‘Tarih’ alanından daha doğrusu Revizyonist tarihçilerden gelmiştir. Şayet biz Tarihin sosyal bilimlerin temeli olduğunu, resmi söyleme hizmet ettiği iddia edilen tezlerin onun vasıtasıyla temin edildiğini, en büyük sosyal ve siyasal ideolojik aygıt olarak kullanıldığını tekrar hatırlarsak Revizyonist tarihçilerin ortaya çıkışlarının tesadüf sonuçu oluşmadığını görürüz.

Revizyonizm sadece tarihle alakalı bir oluşum değil, siyasal ve bilimsel bir oluşumla da alakalıdır. Tarih alanındaki oluşumunu diğerlerinden ayıran en büyük fark ise; Reviyzonist tarihçilerin tarihçi olarak sayılmayıp "Holocaust inkârçıları" olarak nitelendirilmeleridir. Bu isimlendirme bile onların ne kadar büyük bir zorlukla işe başladığını gösterir.

Bu isimlendirme hiçbir gerekçeye dayanmıyor muydu? Mesnedden yoksun muydu? Vakıa bu kadar ortada açıkken, onlar neyi inkâr ediyordu? Nasıl - hangi tarihi mesnedlerle bunu yapabiliyorlardı? Bu ve benzeri sorular artırılabilir ve daha değişik tartışmalar açılabilir fakat revizyonistlerin bu sorular karşısındaki temel çıkışı; vakıanın yadsınması (hiçbir varlığı olmadığı) değil bilakis vakıanın hangi söylem etrafında oluşturulmuş olduğu ve vakıanın denetlenebilir bir çerçevede uygunluk şartlarına haiz olup olmadığıdır.

Revizyonist tarihçiler oldukça bilimsel mesnedler üzerinden hareket ederler - Tarih anlayışlarının gereği olarak da - birazda buna mecburdurlar. Zira resmi söyleme karşı öne sürecekleri bilimsel deliller haricinde başka iknâ araçları (arkalarını yaslayabilecekleri bir iktidar) yoktur fakat her bilimsel mesnede dayanarak oluşturulmuş olan tarih söylemi de -iknâ edebildiği söylenebilse de- hakikat ölçüsü olduğu söylenemez yani bu, hakikat için gerekli fakat yeterli koşulu sağlamaz.

Buna karşılık resmi söylem, çoğu zaman bilimsel deliller kullanmaya ihtiyacı duymaz, Çünkü ikna etmeyi ve yönlendirmeyi yeterli sayar. Revisyonist tarihçiler, kendilerini dinlettirmek için diğerlerinden daha fazla gayret göstermek zorundadırlar. Onların bilimsel mesnedlerden hareket etmesinin ne anlama geldiğine değinelim; mesela, `Holocaust-Auschwitz te ve diğer toplama kamplarında toplam 6 milyon insan yakılarak yok edilmiştir` denildiğinde bu tarihçiler bu işlemler yapılırken

a) Kaç ton kömür kullanıldığı

b) Kömürün türü,

c) Bir insanı yakmakta ne kadar kömür kullanılmak zorunda olunduğu,

d) Kömürün nerden çıkarıldığı,

e) Nasıl nakil yapıldığı,

f) ne zaman yapıldığı vb...gibi soruları (çünkü bunlar askeri ve resmi dökümanlarda belgelenmesi gereken şeylerdir aynı zamanda) yöneltirler ve buna benzer binlerce detayın dökümünü yapmaya çalışırlar. Şüphesiz bu tür soruları sorarken yapılanları tasdik anlamında yapmazlar, sadece karşıdan gelen iddiaların temeli bunlara dayandığı için tekrar belgeler ışığında analiz edelerler fakat revizyonist tarihçiler bu ve benzeri soruları yönelttikleri için sanki yapılanları tasdik ediyorlarmış gibi `ahlâksızlıkla` suçlanmışlardır. Onlara yöneltilmiş eleştirilerin başında `Nasyonalsosyalist`, `Nazist` `Antisemitist` vb... kavramsal sınıflamalar gelir. Bu sınıflamanın ne anlama geldiği, siyasal kavramların varlığında rahatlıkla bulabileceğimiz bir şeydir.

Öte yandan revizyonist tarihçilerin bazılarının bulundukları konum, yazılarını-eserlerini yayımladıkları dergiler ya da yayım kuruluşlarının belirli -yukarıda anılan- siyasi yerlere ait olması, resmi söylemin eleştirilerini bu yönde artırmasına imkan tanımıştır. Revizyonist tarihçiler kendilerini halen de –belirli tehlikelerden dolayı- ifade edememektedir. İşin tuhaf tarafı, yeryüzünde başka hiçbir düşüncenin bu kadar dokunulmazlığa sahip olmayışıdır ve kendisini sorgulayacak karşıtı -hangi düşünce ekseninden olursa olsun- her türlü cezalandırmayla tehdit etmesidir.

Bunun nedenini bilimsel kıstaslar çerçevesinde aramak, daha doğrusu onun kendi doğasında aramak, bir saçmalık ortaya çıkarır.

Şayet burada revizyonist tarihçileri savunmak gibi bir göreve sahib değilsek, o hâlde onların resmi tarih-söyleme karşı bize neleri gösterebileceğine bakmamız daha uygun olacaktır: Revizyonist tarihçiler resmi söylemi tekrar düşünmemizi sağlayan mühim tarihsel imkanlar sunar (bu açıdan yazının konusu olmuştur.) Gösterilen imkânlardan çıkan bazı resimler;

1) Elli milyon insanın hayatına mal olan dünya savaşlarında akıllara gelenin sadece "Holocaust-Auschwitz" olmasının, diğer hayatını kaybedenlerin hiçbir şekilde hesaba katılmamasının bilimsel ve normal sayılamayacağı,

2) “Soykırım”*ın dünyanın diğer bölgelerinde çıkan insanlık dramından farklı bir niteliğe doğası gereği sahib olmadığı, Yahudi “Soykırım”ın kasıtlı üretilmiş bir düzmece olduğu

3) 6 Milyon Yahudinin öldürüldüğünün yalan olduğu (Kamplarda artan ölümler, Almanya’nın yerle bir edildiği, Almanların bile öldürüldüğü açlık, sefalet, ilaçsızlık çektiği döneme denk gelir)

4) ‘Toplama’ ve ‘İmha kampları’nın bir uydurma olduğu (Mesela; “Holocaust” Hollywood’un 1970 den sonra ilgilendiği ve 1978 de dünyaya ürettiği şeydir)

5) Bu kamplarda Yahudilerin gazlarla toplu zehirlendirildiğinin yine aynı yalanın bir devamı olduğu (Almanya ateş altındayken kampta açlık ve salgın hastalıklardan artan ölümlerde, tadbir amaçlı ölüler-diriler değil- ilaçlanmıştır) vb… gibi temel iddialar gösterilir. Yahudilerin hakiki anlamda toplama kampına çevirdikleri Filistinde sistematik olarak katlettiği insanların hesap dışı kalması işin başka cabasıdır.

Resmi söylemlerin dışında kalan şeylerin zorunlu olarak doğru olduğunu savunmak, başlı başına aptallıktır fakat Revizyonist tarihçilerin göstermiş oldukları sessiz itirazlara sırf resmi söylemin dışında kalıyor diye kulak tıkamak daha büyük bir aptallıktır. İşin tuhaf bir yanı daha var: Herşeyin buharlaştığı, post-modern teorilerin hakim olduğu bir atmosferde Yahudiler konusunda bu denli bir “Hakikat”in kabul edilmesi traji-komiktir. Öte yandan konumuzu oluşturan şey içinde Tarih felsefesinin en mühim sorunlarından olan ` Tarihin yorumlanması ve yazımı, onun ideolojiyle olan münasebeti ` vb... sorunlar ortaya çıkmıştır. Bunlar başka yazının konusudur.

...................................................................................

* “Soykırım” kavramı, siyasal kavramların en belirginlerindendir ve Yahudilerden başka hiçbir halkın bu kavramın alanına “girememiş” olması düşündürücüdür (!). Ayrıca Soykırım’ın bir Endüstriye dönüştüğünü en iyi anlatan eser, Prof.dr. Norman Finkelstein ‘ın “Soykırım Endüstrisi” adlı Türkçeye çevrilmiş eserdir.

Twitter: @servetkzlay