Şark’ta bir hayalet* değil hortlak dolaşıyor; şiddetin ürettiği bir hortlak. Her yeri ateş çemberine çeviren, oluk oluk kan akıtan, şehirleri yakan- yıkan, eserleri yağmalayan, kültürel hafızayı silmeye- kazımaya kendini adayan, coğrafyanın üstüne karabasan gibi çöken bir hortlak.

İslâm coğrafyasındaki şiddetin ana kaynağı hakkında öne sürülen en genel geçerli görüş, bütün Müslüman ülkelerin yönetimi ile ilişkilendirilen görüştür. Bu görüşe göre; Müslüman ülkeler, Diktatörlerin (totaliter yapıların) şiddet sarmalı altında inlemektedir. Onların aracılığıyla kurulan tahakküm edici yapılar, her türlü şiddetin ortaya çıkmasındaki tek sebeptir.

Hâl böyle olunca; kurtuluş reçetesi, diktatörlerden kurtulmaya yönelik ilaçların yazılmasıyla bulunmuş olur. Sırasıyla; Irak’ta Saddam Hüseyin, Libya’da Kaddafi, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Suriye’de Esad..vb önümüze serilen uzunca bir diktatör listesi, bizleri ikna etmeye yeterli argümanları oluşturur. Oysa bu tür kurtuluş reçetelerinin yürürlüğe girmesi, ortaya farklı resimler çıkarmıştır:

Onların gitmesiyle; ülkelerdeki bütünlük yerini daha fazla parçalanmaya bırakmıştır. Duracağı iddia edilen şiddet daha fazla körüklenmiş, hiç olmadığı kadar (sayısal ve her türlü) artmıştır. Temel hak ve özgürlükler genişleyeceğine daha fazla daralmış hatta yok olmuştur. İşin başka tuhaf yanı, kendisinden acil olarak kurtulması gereken diktatörlerin hepsi temelde İsrail karşıtı olmasıydı.

Mısır firavunu olarak halka türlü türlü işkenceleri reva gören Hüsnü Mübarek bile İsrail’le çeşitli antlaşmalar yapmış olsa da İsrail’in genişleme politikalarına karşıydı. Demek ki; coğrafyada ortaya çıkan bu şiddetin (hortlağın) çelişik görüntülerinden biri; bir taraftan durmaları, diğer taraftan gitmeleri ölümcül sonuçlar doğuran bir yapının olmasıdır.

Tabii ki; çelişik görüntüler bununla sınırlı kalmaz. Bu genel ve geçerli görüşü iyice sorgulamamız gerekir. Gerçekten de sorun, sadece siyasal yönetim biçimine indirgenecek bir nitelikte midir? Müslüman ülkelerin birbirinden farklı siyasal modellerine (bazıları karma modeller) olmasına rağmen şiddet bir ve aynı kalmaya devam eder: Arabistan; krallık-emirlik-şeriat, Mağrib (Fas-Tunus-Cezayir); krallık- laiklik, Lübnan; laik-demokrasi, Mısır; askeri demokrasi(?!), Ürdün; krallık-demokrasi, Sudan; şeriat, Suriye; dikta-laik-demokrasi, Türkiye; laik-demokrasi-cumhuriyet..vb bunlara ilaveten Pakistan, Afganistan ve diğer coğrafyadaki Müslüman ülkelerdeki birbirinden farklı ve karma modeller, şiddeti üretmede-yaymada ve kullanmada birbirleriyle yarışmaktadır. Demek ki; sorun, siyasal modeller üzerinden çözemeyeceğimiz bir niteliktedir. Bu denli karma-karışık modeller ve uygulamalar, yaraya melhem olamamaktadır.

F.Fukuyama’nın dediği ‘Tarihin Sonu’ gelmemiş olsa da bizim için Şark’ta siyasetin sonunun geldiğini ilân etmemiz gerekmektedir. Müslüman ülkelerdeki siyaset yapma biçimleri, üretme biçimleri iflas etmiştir. Bu siyaset, ortaya daha fazla toplumsal krizler çıkarmaktadır. Vücuda yayılmış bir vüris gibi bütün alanları etkilemektedir. Sağlıklı bir düşünce zeminini ortadan kaldırmaktadır. Şiddetin bütün semptomlarını izlemek ve yaşamak kaçınılmaz olmuştur.

Şiddetin çelişik görüntüsü, dinsel alanların parçalandığını da gösterir: Müslümanlar, Müslümanların zülmünden kurtulabilmek için Hristiyan ülkelere sığınıyor. İçerde çıkan Mezhep siyaseti ve savaşları işin içinden çıkılmaz bir hâle getiriyor. Öte yandan coğrafyada şiddetin ortaya çıkmasında baş aktör olan Batılı ülkelerin durumları sorgulanmayı daha fazla haketmektedir: Özgürlük-eşitlik-demokrasi diyenler, bombalarla katliamlarla coğrafyaya balans ayarı vermeye çalışmaktadır. İnsanlığın evrensel değerleri olarak üretilen bütün şeyler, insan diye saydıkları kendileri için geçerli sayılıyor. Ölümden kaçan çoluk-çocuk mülteciler, gelişmiş Avrupa’nın işe yararlılık-faydalılık “ilkesi” açısından bir hayvan gibi elenerek seçiliyor.

Şiddeti dolaysız üreten Avrupa siyaseti de tıpkı Şark’taki siyaset gibi iflas etmiş, sona gelmiştir. Coğrafyanın kalbindeki İsrail, şiddetin en uç karakolu olarak sürdürülebilir bir durum olmaktan çıkmıştır. Şiddeti meşrulaştırmak için kullanılan bütün araç-gereçler, daha feci bir şekilde üretenlere dönüşü beklemektedir. İsrail her sokağında kitle imha silahları (Atom bombaları, kimyasal bombalar ve türleri) üretse bile bu dönüşü engelleyemeyecektir. Modernitenin normal görülen çelişkileri, şiddetin normal olmayan çelişkilerine evrilmiştir. Hiç olmazsa şiddete maruz kalanlar için bu çelişkiler tahammül sınırlarını çoktan aşmıştır.

Şiddetin nedenleri arasında bizleri ikna etmeye çalışan en önemli görüşlerden biri, Ekonomik nedenlere dayanan görüştür. Buna göre; fakirlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik, şiddeti üreten en önemli nedenlerdendir. Bu görüşte haklılık payı mevcuttur fakat yeterince bizleri ikna edememektedir: Dünya petrol ülkesi Irak (doğalgaz- petrol Libya) sırf insanların aptallığı ve siyasal çekişmeleri dolayısıyla açlığın pençesinde değildir. Ya da Suud başta olmak üzere coğrafyadaki zengin adalar (Kuveyt, Katar, Bahreyn) sırf daha fazla zenginleşme adına şiddetin finansörlüğüne soyunmamıştır. Müslüman ülkelerdeki uçurumlar, şiddetin birçok nedenleriyle derinleşmeye devam ediyor.

Şiddeti anlamak nasıl mümkün olabilir? Keşke onu sadece zihinsel olarak teorik olarak anlamakla tüketebilseydik fakat görünen o ki; şiddet bizleri pratik olarak tüketmeyi kendisine amaç edinmiş, hem de hiç anlamadan!

……………………………………………………………………………………….

*Karl Marks Manifesto’da “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor” dediğinde; bu hayalet, Avrupa’nın olası bir korkusunu dile getiriyordu. Oysa Şark’taki Hortlak olası bir korkudan çok, hali hazırda taş üstüne taş baş üstüne baş koymayan olan fiili bir durumu gösterir. Aralarındaki fark, ölümle kalım arasındaki fark kadar büyüktür.

Twitter: @servetkzlay