Sakarya ve Çevresine Gürcü Göçlerinin Tarihi Nedenleri

Bugün Fereydan Gürcüleri olarak adlandırılan İran’daki Müslüman Gürcüler, İran Şahı I. Abbas, Doğu Gürcistan’daki direnişi kırmak için Kartli Bölgesi’nden sürgün ettiği Gürcülerin torunlarıdır.

Osmanlılar da Tao-Klarceti ve Samtshe-Cavaheti gibi Tamar dönemindeki birleşik Gürcistan’ın güneybatı bölgelerini topraklarına kattı. Buradaki Gürcülerin hemen tümünü Osmanlı döneminde Müslümanlaştı. Bugün Acara ve Türkiye’de yaşayan Müslüman Gürcüler, XVI-XVII. yüzyıllarda Müslüman olan bu Gürcülerin torunlarıdır. Gürcüler, 1801’de doğudan başlayarak Gürcistan’a ilhak eden Çarlık Rusya’sının egemenliğine girdiler. 1828-1829 ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra, Gürcistan’ın güneybatı kesimi de Rusya’nın eline geçti. Bu ikinci savaşın ardından Müslüman Gürcülerin büyük kesimi, Muhaciroba (Muhacirlik) olarak adlandırılan göçle Türkiye’nin değişik bölgelerine gelip yerleştiler. Ama küçük bir bölümü Acara Bölgesi’ndeki yerlerinde kaldı.

1627 yılında Gürcistan topraklarının Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılması ile bir bölümü Müslüman olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun giderek zayıflamasından faydalanmak isteyen Ruslar; 1877’de Londra’da Rusların da katıldığı bir konferans protokolüne Osmanlı İmparatorluğu’nu güç durumda bırakan bir maddeyi koydurmayı başarırlar. Bu maddeye göre; Osmanlı Babı-ali Hükümeti protokolü reddedecek olursa Rusya harbe girecekti. 16 Nisan 1877 günü hükümete sunulan Londra Protokolü kabul edilemez durumdaydı. Bu protokol Osmanlı Meclisi Mebusanı’nca reddedildi. Çarlık Rusya’sı bu olayı bahane ederek 24 Nisan 1877’de Rumeli, Kars, Ardahan ve Batum bölgelerinden sınırı geçerek savaş ilan etti. 2 Mayıs 1877’de Ardahan’ı işgal ettiler. Bu yörelerde yıllarca silinmeyen izler bırakan ve Osmanlı tarihinde “93 Harbi” diye bilinen savaş böylece başlar.

13 Temmuz 1878’de “Berlin Antlaşması”nı imzaladı. Bu antlaşmaya göre Kars, Ardahan ve Batum (Batum Sancağı’na bağlı Artvin, Ardanuç, Borçka, Savşat ve Hopa’nın Kemalpaşa bucağı) savaş tazminatı olarak Rusya’ya verildi. Bölge savaş yapılmadan Ağustos 1878’de Ruslara teslim edildi. Bu antlaşmaya ek olarak 8 Şubat 1879’da imzalanan “Son Muahede-i Katiye”nin 7. addesinde yer alan “Rusya’ya bırakılan yerlerde yaşayan insanlar başka bir bölgede ikamet etmek isterlerse, emlaklarını satıp gidebilirler ve 3 yıl içerisinde emlaklarını satıp buraları terk etmeyenlerin emlaklarına el konularak kendileri de Rus vatandaşları sayılacaktır.” hükmü yer almaktadır. Çarlık Rusya’sı idaresi altında yaşamak istemeyen Batum, Acara, Artvin, Borçka, Ardanuç, Şavşat yöresi insanlarının bir bölümü, Samsun, Çorum, Tokat, Yozgat, Adapazarı, İzmit ve Bursa yöreleri başta olmak üzere Anadolu’nun muhtelif yerlerine göç ederek yerleşirler. Uzun yıllar belleklerden silinmeyen ve bölgeye yıkım ile göçten başka bir şey getirmeyen bu olay, Rumi 1293 Miladi 1879 tarihine yaklaştığı için halk arasında “93 Harbi” denilmektedir.

1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi (93 Harbi) sonucunda ülkelerini terk eden Gürcüler, kara ve deniz yoluyla büyük zorluklar içinde Giresun, Ordu, Samsun, Sinop, İstanbul gibi liman kentleri ile Amasya, Adapazarı, Bursa, Balıkesir, Tokat gibi iç kesimlere göç ettiler. Göç edenlerin bir kısmı açlık, hastalık ve yaşlılıktan dolayı yaşamlarını yitirdiler. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu 5-6 yıl boyunca Gürcüleri her türü vergiden ve askerlikten muaf tutarak yeniden toparlanmasına katkı sağladı.

Gürcüler Samsun ve Tokat ilçeleri dahil 64 yerleşim birimi kurarlar. Gürcülerin toplam sayısı tahmini olarak 140.000’e kadar çıkarılmaktadır güneydoğusunda İzmit ve Adapazarı bölgesi ile güneydeki Bursa’da yaşamaktadır. Kilikya’da Halep yolu üzerinde de Gürcü köylerine rastlanmaktadır. Bunların sayısının Karadeniz kıyısındaki ilçelerde yaşayan Müslüman Gürcülerin sayısına eklersek toplam sayı 300.000 - 400.000 çıkar. Kurtuluş Savaşına İzmit ve Adapazarı bölgelerinden seferberlikle askere alınanların sayısı 7.000 gönüllü Gürcü savaşçı olarak katılır.

Rusya ele geçirdiği toprakları denetim altında tutabilmek için değişik politikalar izledi. Anadolu’ya göçlerle başlayan yerlere Ermeni ve Rumlar yerleştirildi. Yörede kalan yerli halkı yanına çekmek için bazı yönetici düzeyindeki kişileri kazanmaya, onlara şirin görünmeye çalıştı. Nahiye yönetimini yöre halkına bıraktı. Halktan vergi alınmadı, askerlik yükümlülüğü kaldırıldı. Askere alınmamalarının altında, atalarından kalan askerlik alışkanlığının ortadan kalkması gibi bir düşünce yer almaktaydı. Rus Çarlığı, bölge insanlarını ya göçe zorlamak ya da asimile edecek çeşitli yollara başvurmaktaydı.

1914 yılının Temmuz ayında Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya karşılıklı seferberlik (savaş) ilân ettiler. I.Dünya Savaşı başladığında Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusya’sı arasında ki savaşta başlar. Rus ilerlemesi karşısında Karadeniz kıyılarına yakın Müslüman Gürcüleri de mülteci durumuna getiriyordu. Osmanlı sınırları dahilindeki Gürcülerin yanı sıra, Rus idaresi altındaki ve bugünkü Gürcistan sınırları içindeki Acara gibi bölgelerdeki Müslüman Gürcüler de Rus ordusunun önünden kaçarak Osmanlı’ya sığınıyorlardı. Osmanlı hükümeti Gürcü mültecilere diğer Müslümanlara sağladığı kolaylıkların aynısı sağlıyordu. 18 Nisan 1916 tarihinde Trabzon Ruslar tarafından işgal edilip Trabzon halkı yollara düşmeden evvel 19 Ağustos 1915 tarihinde bu il dahilinde bulunan “Gürcülerin Ordu iline sevklerinin uygun olduğuna dair” Emniyet-i Umum Müdürlüğü’nden Trabzon’a bir şifreli telgraf çekiliyordu.

8 Nisan 1915’te İşhan Hudut Taburu’nun Rusların eline geçmesi ile kısa süre önce kaybedilen Artvin, Şavşat, Ardanuç ve Hopa’nın kaybedilmesinin de etkisi birleşince, halk Çoruh’un karşı tarafına geçerek muhacir kafileler halinde yöreden ayrılırlar. Bu yörelerde yaşayan halk isyancı olarak kabul edilir ve bunun sonucu olarak da idam ve hapis cezaları ile yöre halkı üzerinde yoğun bir baskı oluşturulur. Ürünlerini toparlayamayan halk, 1916 kış mevsiminde baskılara ve açlığa dayanamayarak, kitleler halinde Anadolu’nun içlerine daha çok Samsun, Çorum, Adapazarı ve Bursa İllerine doğru göç ederler. 1914-1918 yılları arasında yaşanan bu ikinci göç dalgasına halk arasında “Küçük Vayna- Kaçakaçlık” denilmektedir.

1918 yılında Gürcistan bağımsızlığına kavuştu ve 1921 yılına kadar ayrı bir devlet olarak bağımsız kaldı. Sovyetler Birliği’ne bağlanmasından sonra, Gürcistan’dan yine Anadolu’ya doğru göçler oldu. Bu göçler 1950’li yıllara kadar sürdü.

Bugün Türkiye’de Gürcü nüfusunun ne kadar olduğu bilinmiyor. Yaklaşık olarak 1 milyon ile 1,5 milyon civarında Gürcü olduğu tahmin ediliyor.

Sakarya İlinde Gürcülerin Yerleştiği Bölgeler

Adapazarı Merkez, Arifiye Beldesi, Çaybaşıyeniköy Beldesi, Kemaliye Köyü, Şükriye Köyü,

Akyazı Merkez-Cumhuriyet, Konuralp, Gazi Süleymanpaşa, Yunus Emre, Hastane, Fatih ve Yeni Mh., Gücücek Beldesi, Kuzuluk Beldesi (Kuzulukaziziye), Beldibi Köyü, Reşadiye Köyü, Şerefiye Köyü, Ferizli-Sinanoğlu Beldesi-Şose Mh.-Merkez Mh.,

Geyve-Boğazköy, İlimbey Köyü, Karaçam Köyü, Kışlaçay Köyü, Nuriosmaniye Köyü, Maksudiye Köyü, Şerefiye Köyü,

Hendek Merkez-62 Evler, Başpınar, Büyükdere, Dereboğazı, Kemaliye, Mahmutbey ve Yenimahalle, Çamlıca Beldesi, Aşağı Hüseyinşeyh Köyü, Balıklıihsaniye Köyü (Balıklı), Bıçkıatik Köyü, Esentepe Köyü (Dıraben), Güldibi Köyü (Gevli), Gündoğan Köyü (Yukarıhatila), Hamitli Köyü (Çingenpınarı), Hicriye Köyü (Orci), İkbaliye Köyü (Avana), İkramiye Köyü (Aşağıhatila), Karaçökek Köyü, Kargalıyeni Köyü, Lütfiyeköşk Köyü (Köşkü), Muradiye Köyü, Nuriye Köyü, Servetiye Köyü (Arhva), Süleymaniye Köyü (T.Süleymaniye), Yeniköy, Yeşilköy, Yukarıhüseyinşeyh Köyü, Kızanlık Köyü,

Karapürçek Merkez, Ahmediye Köyü, Mecidiye Köyü, Mesudiye Köyü,

Karasu Merkez-Aziziye Mh., Karapınar Köyü,

Kaynarca-Turnalı Köyü,

Kocaali Merkez-Ağalar, Alandere, Hızar, Karşı, Yalı, Yayla ve Yenimahalle, Bezirgan Köyü, Caferiye Köyü (Melen), Demiraçma Köyü, Kadıköy, Kozluk Köyü, Köyyeri Köyü,

Sapanca Merkez, Kurtköy Beldesi, Akçay Köyü, Balkaya Köyü, Erdemli Köyü, Kuruçeşme Köyü, Mahmudiye Köyü, Nailiye Köyü, Uzunkum Köyü.

Gürcü Yazını

Gürcü alfabesi (Gürcüce/ Kartuli anbani Kart alfabesi), Güney Kafkas Dilleri (Gürcüce, Megrelce, Svanca ve Lazca) yazımında da kullanılan alfabedir. 1940’larda Osetçe’nin yazımında da kullanılmıştır. Gürcü alfabesi, günümüzde dünyada kullanılan 14 yazı sisteminden biridir. Gürcü alfabesi 5’i ünlü 28’i ünsüz olmak üzere 33 harften oluşur. Büyük-küçük harf ayırımı olmayıp, hepsi aynı biçimde yazılır. Gürcüce’deki sesleri karşılamak üzere Latin alfabesinden geliştirilen bir yazı sistemi de kullanılmaktadır. Türk alfabesiyle Gürcüce sözcüklerin telaffuzu ve yazımı olanaklı değildir.

Arkaik dönem bir yana bırakılırsa, eski Gürcüce’yi bugün de anlamak olanaklıdır. Zamanın gerektirdiği gibi alfabede değişiklikler olmuş, ama dilde bir değişiklik olmamıştır. Gürcü alfabesinin eskiliğine karşın, bu alfabeyle yazılmış en eski metinler MS V.yüzyıla tarihlenmektedir. Bu en eski yazılı belge, Filistin’deki Gürcü Manastırı’nda mozaikle çevrelenmiş biçimde Mrglovani alfabesiyle yazılmış dört Gürcü yazıtı yer almaktadır. Bu yazıtlar, 433 yılına tarihlenmektedir. Yaklaşık bu tarihlerde Gürcüstan’da Asomtavruli yazısıyla yazılmış yazıtlar vardır. Bolnisi Manastırı’ndaki bu yazıtların tarihi 493/494 yılı olarak belirlenmiştir. V.-VI.yüzyıllardan kalma başka yazıtlar da günümüze ulaşır. Mtsheta’daki Cvari Kilisesi’nde yazıtlar ise VI.-VII.yüzyıllara aittir.

Gürcü tarih yazıcılığında Gürcü alfabesini geliştiren kişi olarak Kral Parnavaz kabul edilir. Gürcü alfabesinin geliştirildiği tarih olarak kabul edilen zaman dilimi, MÖ IV.yüzyıl ile MS III.yüzyıl arasında değişir. Hiç kuşkusuz Gürcüce çok eski tarihlerden beri vardı; ama Gürcüstan eski çağlardan beri bir kültür bölgesiydi ve değişik halkların temselcileri bu coğrafyada kendi dillerini konuşuyor ve kendi yazı sistemlerini kullanıyorlardı.

Gürcü alfabesinin üç farklı biçimi bulunmaktadır. MÖ. III.yüzyılda “Mrgvlovani Alfabesi”, IX.yüzyılda “Nushuri Alfabesi”, XI.yüzyılda “Mhedruli Alfabesi” ortaya çıkmıştır. Mrgvlovani Alfabesi yazı biçimine en son XI.yüzyıl metinlerinde rastlanmaktadır. Sonraki yüzyıllarda bu yazı biçimi unutulmadı; ancak daha çok yazı başlıklarında kullanıldı. Bundan dolayı da, “başlık harfleri” anlamında “Asomtavruli” olarak da ifade edilmektedir. Nushuri Alfabesi, ilk olarak IX.yüzyıldaki metinlerde görülmektedir. Mhedruli Alfabesi ise X.yüzyılda kullanılmaya başlanır. Nushuri yazısı, Mhedruli yazısıyla eşzamanlı olarak kullanılsa da, zaman içinde Nushuri dinsel ve bilimsel metinlerde, Mhedruli ise, bu alanların dışında, resmi ve askeri yazışmalarda tercih edilen yazı biçimidir. Bundan dolayı da Mhedruli (askeri) adıyla anılır.

Nushuri bugün de kilisede kullanılan bir yazı biçimidir ve gündelik ve dinsel törenlere özgü metinler bu yazı biçimiyle yazılmaktadır.

Eski Gürcüce’de 38 harf bulunuyordu. XIX.yüzyılda alfabede basitleştirilmeye gidildi. Bugün Gürcü alfabesinde 5’i sesli olmak üzere 33 harf vardır. Gürcüce’de her harf bir fonemi karşılar ve Gürcü alfabesi yazıldığı gibi okunur. Bu üç Gürcü yazı biçimi, yalnızca harflerin yazılış biçimiyle birbirinden ayrılır. Bugün kullanılan yazı, kolay yazılabilir biçime uygun hale getirilen bir alfabedir. Mrglovani yazı biçimi görece zor yazılan harflerden oluşur; çünkü bir harfi tek bir el hareketiyle yazmak olanaklı değildir. Bir harfi yazabilmek için eli birkaç kez kaldırmak gerekir. Ama her yazı biçiminin giderek gelişmiş bir biçim olduğu söylenebilir.

Gürcüce’deki, Dz, k, k, c, tz, ts, p, t, h harflerinin Türk alfabesinde karşılığı yoktur. Bu problemi aşmak için telaffuzu, Türk harfleriyle karşılanamayan sesleri yukarıdaki harfleri yan yana getirerek karşılanır. Bu harflerin telaffuzunu bilmiyorsanız, Gürcüce bilen birinden mutlaka öğrenmeniz gereklidir. Tzkali: Su demek. Buradaki tz ve k harfi Türkçe deki tz ve k gibi okunmaz. Hilivi: Zehirli kertenkele demektir. H harfi de Türkçe deki h gibi okunmaz. Yine Gürcüce de aynı kelime hem soru hem cevap olmaktadır.

Gürcülerde Gelenekler

Köylerde askere göndermeler hala eğlenceli yapılmaktadır. Bu eğlencelerde çeşitli oyunlar oynanır. Bunlarda birini buraya alırsak oyunun adı Gatzetzka veya yeni gençlerin ifadesiyle pisipisi. Oyunu oynayanlar yuvarlak oluşturacak şekilde (bacak ve ayakların konumu ters v şeklinde) oturur ve sıkıca kenetlenirler. Ortaya bir ebe geçer. Eller bacakların altında olur ve bir havlu (ucu bağlanarak topuz haline getirilmiş) elden ele bacakların altında gezdirilir. Ebe olan bacakların arasından o havluyu almaya (bulmaya) çalışır. Tabi bu arada herkes sallanmakta ve pisipisi demekte ve çeşitli şekillerde bağırmaktadırlar. Havluyu, uygun konumu bulan, ebenin sırtına hızlıca vurur ve tekrar alta verir ve havlu gezdirilir. Havluyu ebe kimin altında yakalarsa o kişi ebe olur ve ortaya geçer. Bunun gibi çeşitli oyunlar vardır.

Gürcülerde bir aileden ölü çıktımı o evde üç gün yas tutulur. Cenaze evine komşular üç gün boyunca yemek getirirler. Cenazeye gelen kişileri köylüler evlerinde ağırlarlar. Cenazelerde kadınlar genelde ağıt yakarlar. Hatta bu ağıt işini destancı denen kadınlar ayrıca yaparlar. Yaşlılar Gürcüce ağıt yakarak ağlarlar. Hala cenazeler de Gürcüce ağıt yakılmaktadır. Cenaze evden çıktıktan ve defin işlemi bittikten sonra ölünün eşyaları dağıtılır. Yakın çevresine isterlerse hatıra olarak bazı eşyaları verilir. Cenaze evi ölünün 7., 52. günlerinde Mevlid okutur. Bu mevlidlerde de gelen misafirlerle yemek ve tatlı ikram edilir. Ölünün öldüğü odaya 1 bardak su konulur. Bu su 40 gün boyunca odadan alınmaz.

Eve bir kelebek girerse veya üzerinize bir kelebek konsa o evden çıkan ölünün sizden fatiha istediği ve ruhunun eve geldiğine inanılır. Eve kelebeğin gelmesi eve melek geldiğinin işareti olarak da algılanır. Yaşı gelen çocuk yürüyemiyorsa çocuğun iki ayağı iple birbirine bağlanır, Cuma günü camiden ilk çıkana kestirilir. Yeni doğan çocuğun göbek bağı cami tarafın atılır ki çocuk alim olsun diye. Yine ileriki sayfalarda göreceğiniz Gürcüce dualar bazı hastalıklar için okunur.

Nisanın 1. 2. ve 3. günü eve hiçbir şey getirilmez. İnanışa göre Gürcülerde bugünlere Bettam adı verilir. Eve 1. gün odun vb bir şey getirilirse o yıl eve yılan gelirmiş. 2. gün yeşillik getirilirse eve sülük vb. canlılar gelirmiş. 3. gün un elenirse o yıl çok sinek olur.

Geleneksel Gürcü Mutfağı

Karadeniz’in doğusunda ve Kafkas dağlarının güneyinde yer alan Gürcistan; tarih boyunca Osmanlı Devleti ile gerek ekonomik, gerekse toplumsal olarak yakın ilişkilerde bulunur. Bu ilişkiler sonucunda iki toplum da birbirinden etkilenir. Öyle ki, 19. yüzyıl Osmanlı-Rus savaşının bitiminden sonra Anadolu’ya büyük bir Gürcü göçü olur. Bu göçle birlikte başta doğu Karadeniz olmak üzere Kastamonu, Bursa, Bolu, Sakarya civarı hatta güneyde Adana’ya kadar yayılan Gürcüler; zaman içinde Anadolu kültür zenginliğinin bir halkasını oluşturur. Bulundukları yerlerde özellikle mutfakları, yöre mutfaklarıyla karşılıklı etkileşime girer. Tarım ürünleri bakımından verimli olan Gürcistan topraklarında üretilen şarap, mısır ve ceviz Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yerleşmelerine rağmen her zaman Gürcü mutfağında yerini korur.

Gürcü mutfağının en dikkat çekici özelliği, ceviz ve mısırın çok bol kullanılmasıdır. Bunun yanında sebze ağırlıklı bir mutfağa sahip olan Gürcüler, patlıcan, lahana, pancar ve pırasayı mutfaklarında sık sık tüketirler. Et olarak beyaz etin tercih edildiği mutfaklarında tavuk ile yapılan yemeklerin özel bir yeri vardır. Öyle ki tavuk etini “baja”da olduğu gibi cevizle ya da cevizli soslar eşliğinde tüketirler. Geleneklerine çok bağlı olan Gürcüler Gürcistan’ın çeşitli bölgelerine özgü mutfaklarını her zaman korumayı bilmişlerdir. Örneğin Kaheti bölgesinin en önemli özelliği şaraplarıdır. “Kahuri Gyino” adlı şarap ve annenizin yaptığı ekmek anlamına gelen “Kahuri dedas purebi” adlı ekmek, Kaheti kökenli Gürcülerin sofralarında her zaman yer alır. “Pahali” adını verdikleri mezeler, bu mutfakta önemli bir yere sahiptir ve ıspanak, patlıcan, pancar ile bulundukları yörelere özgü özel otlarla hazırlanır.

Hiçbir zaman kahvaltısız güne başlamayan Gürcülerin bir çeşit tulum peyniri olan “gudis kveli” kahvaltı sofralarının ana malzemesini oluşturur. Ve kahvaltılarında her zaman çay içmeyi tercih ederler.

Düğün Sofrası

Tüm toplumlarda olduğu gibi Gürcülerde de düğün sofralarının çok özel bir yeri vardır. Geleneksel olarak düğün sofralarında masalara mutluluğun rengi olan mavi örtüler serilir.

Ev fırınlarında yaptıkları ve “Dedispurebi” adını verdikleri ekmekler parçalanmadan masalara konur. Konuklardan biri “tamada” olarak seçilir ve bu tamadanın kültürlü, güzel söz söyleyen, şarkı bilen ve sözü dinlenen biri olmasına dikkat edilir.

Genellikle beyaz şarabın içildiği düğün sofralarında tamada ilk kadehi allah ve yeni evliler için kaldırır. Düğün yemeği; et çeşitleri, balık çeşitleri, mezeler, turşular, soslar, salatalar ve çeşitli yeşilliklerden oluşur. Özellikle dananın sırt bölümünden haşlanarak yapılan yemek, parçalandıktan sonra sıcak olarak tüketilir. Bu etten geriye kalan kemik kısmına ise konukların hatıra olarak imza atması bir başka gelenektir. Bir çeşit peynirli börek olan “haçapuri” ve mısır unundan yapılan “çadi” de bu sofranın diğer geleneksel lezzetlerini oluşturur. Düğün sofralarında şarabın yanı sıra, meşhur maden suları borjomi ve limonata da tüketilen diğer içkilerdir. Düğün yemeği mutlaka meyva ve tatlı ile sonlanır.

Gürcülerde baharatların önemli bir yeri bulunmaktadır. “kinzi”, “reyhan otu”, “pul biber” vb. baharatlar çok kullanılmaktadır. Ayrıca yemeklerde “sarımsak”, “fındık” ve “ceviz” çok kullanılan malzemeler arasında yer almaktadır. Gürcü yemek kültüründe sebzeler ağırlıklıdır.