Dayak cennetten çıkmadır hurafesi ile büyüdü bir nesil. O nesildeniz bizde. Annedir döver, babadır döver, abidir döver. Amca, hala, dayı, teyze. Hatta komşu! Amca, yenge de döver. Yetmez! Cami de hoca döver. Hocanın vurduğu yerde gül biter. Usta döver, kalfa döver. Dayak yiyen iyi çırak, kalfa, usta olur.

Okulda öğretmen döver, hatta öğretmenin iyisi disiplinlisi iyi dayak atanıdır. Askerde onbaşı, çavuş, komutan döver. Evlenen gelini kocası döver...

Velhasıl büyük küçüğü döver, büyük balık küçük balığı yutar hesabı döver tabi. Hemde iyiliği için döver, adam olsun diye döver, hanım olsun diye döver. İyi güzel de bu dövmek; hangi dinde, hangi kitapta yazar. Alemlere rahmet peygamberimiz merhamet timsali dövmek bir kenara, kuşu ölen bir çocuğa taziyeye gitmiş üzüntüsünü paylaşmış, gönlünü almış, torunları Hasan ile Hüseyin efendimiz mescitte iken mescide gelir efendimizin sırtına çıkarlar mış, efendimiz onlar sırtından inene kadar secdeden kalkmazlarmış biz bu kıssayı da dövmeyi meslek edinen hocalarımızdan öğrendik. Bizler o dönemde bırakın imamın sırtına çıkmayı, camide ses yapsak hocanın bize hediye ettiği gül ile tanışırdık, gül ağacından sopa ile...

Ya öğretmenler neden döverdi? Memlekete yararlı bir insan olalım diye. Ne sopaymış be vezir de yapıyor, rezil de. Vezir demişken bence dayak ile yetişen nesilden yetişse yetişse; dayakçı hocalar, öğretmenler, müdürler, ustalar, komutanlar, kocalar, abiler, amcalar yetişir. Yetişse ne olur, bütün sorunları dayak ile çözme çalışır. Dolayısıyla; Tv'de, yazılı basında eşini, nadir de olsa kocasını döven, kızını, oğlunu, öğrencisini, çırağını ve hatta ana okulunda parmak kadar çocukları döven büyükleri, eğiticileri görüyoruz. Yetmiyor, dilim elim varmasa da öldürenleri bile görüyor, okuyoruz. Ata sözü bile üretmişiz, 'Kızını, oğlunu dövmeyen dizini döver diye.'

İşin aslı; Bilimden, ilimden, maneviyattan ve dinen cahil kalan bir nesil, her çözümü dayakta arar olmuş. Yok böyle bir eğitim, yol yordam şekli. Var mı? Şu zamanda Sultan ll. Murat gibi evladına ders verebilen, disiplin verebilen. Fetih ile müjdelenen peygamber övgüsüne mashar olan Fatih Sultan Mehmethan'ın kıssasını anlatmazsak olmaz. 'Çok yaramazmış çocukken Sultan Fatih. Hocası Ak Şemsettin'i dinlemez, yaramazlık yaparmış sürekli. Bunalmış hocası Ak Şemsettin iyice. Dayanamayıp şikayet ettmiş nihayet babası Padişah Sultan ll. Murat'a öğrencisi Fatih'i.

Sultan ll. Murat döv, bağır, çağır, azarla dememiş. Çözümü evladını dövdürmekte aramamış. Eğilmiş gizlice Ak Şemsettin'in kulağına; 'Ben ders esnasında sınafa kapıyı çalmadan gireyim, sen izin almadan, kapıyı çalmadan neden girdin sınıfa de, beni tokatla demiş. Tokat yeyince koca hükümdar hocadan korkmuş elbet. Fatih, büyük demek ki demiş hoca padişahtan. Eee hal böyle iken, kim vermişti bu dayak yetkisini büyüklere, işin aslı öyle değilmiş sonradan öğrendik. Ne hoca, ne usta, kalfa, öğretmen, onbaşı, çavuş, komutan nede diğer büyüker öğrendik; dayak eşeğe bile atılmaz. Öğrendik lakin; dayak atan, dayak yiyen nesilde büyüdük. Bir kere şimdi istemesek de her çözümü dayakta arar olduk.

Demek ki neymiş; hocanın vurduğu yerde gül bitmez, yediğimiz sopanın izi bitermiş. Ustanın vurduğu yere ustalık girmez, korku belasına yalan, dolan, sahtelik girermiş. Keza öğretmenin vurduğu yerde aynı. Ve tabiiki büyüklerin vurduğu yerde dert biter korkudan, yalan dolan sahtelik bitermiş. Helal olsun bu kadar dayak ile büyüyüp adam olabilene. Nadir de olsa ne mutlu dayak yemeden büyüyebilene, dayak ile bir yere varılmaz diyebilene. Bir çözüm bulmalı artık bu dayak işine. Bitmeli artık dayakçı bu zihniyet. İlim ile, bilim ile yetişmeli artık yeni nesil, yeni nesiller.